Erkeğin adı yok

JOE Lovett’i tanımazsınız.

Haberin Devamı

Çok ama çok dikkatli film ve dizi izleyicisi değilseniz tabii.

 

25 yıldır New York’ta film ve dizi yapımcılığı yapar ve kendisine ait bir yapım şirketi de var.

 

Ama işin bu kısmı bizi ilgilendirmiyor tabii.

 

Lovett, New York’taki bütün akranları gibi düzenli spor yapıyor.

 

Sigara içmiyor.

 

Her yıl AIDS ile mücadele eden bir derneğe fon sağlamak için Boston ile New York arasında düzenlenen 500 kilometrelik bisiklet yarışının da gedikli müdavimlerinden.

 

Benim yaşlarımda, 60’ına merdiven dayamış bulunuyor.

 

Haberin Devamı

“Erkeklerde Yaşam Dönemeçleri” isimli kitabın (Troya Yayınları, Çeviren: Selçuk Şahin. Ve hayır, futbolcu değil.) yazarı Gail Sheey, kendisini kaç yaşında hissettiğini sorduğunda da şöyle yanıtlamış: “Samimi olarak söyleyeyim, muhtemelen 19.”

 

Lovett, günün birinde New York’taki televizyon patronlarının da katıldığı bir yemeğe davet edilmiş.

 

Giydiği takım elbise, biraz pahalıya patlamış da olsa, Amerikan milli gelirinden aldıkları pay, ortalamanın çok üstünde olan diğer davetlilerin salonda yarattığı ortama da uygunmuş.

 

Midtown Manhattan’daki Rainbow Room’daki yemekten çıkarken tuvalete girmiş.

 

Orta yaşı devirmiş her akıllı erkeğin yapacağı işi yapmış yani.

 

Şöyle anlatıyor:

 

Lavaboda ellerimi yıkarken aynaya baktım. Görüntümü çok beğendim. Tuvalete bakan adam bana bir havlu verdi, ben de ona 1 dolar bahşiş verdim. Sonra adamın arkasından dolanıp tuvaletten çıkıyordum ki bana doğru yürüyen yaşlıca ve yorgun görünüşlü bir adam gördüm. Karşılaşınca ben sağa çekildim, o da sağa gitti. Sonra ben sola kayınca o da sola gitmez mi?”

 

Haberin Devamı

Karşılaştığı adama tam “pardon” diyecekken fark etmiş ki aslında aynada kendisi ile dans ediyor!

 

Lovett, hayatın gerçeğiyle, artık genç bir insan olmadığı fikriyle işte o anda Rainbow Room’un tuvaletinin kapısındaki boy aynası ile tanışmış.

 

Yıllar önce okuduğum bir kitaptaki bu örnek olayı hatırlamamın nedeni geçen gün trafikten kurtulmak için bindiğim metroda yaşadığım bir olay oldu.

 

Her sabah yaptığım gibi erkenden yürüyüşümü yapmış, evde gazeteleri okumuş, duşumu almış ve otomobilime binmiştim.

 

Maslak’taki trafiği görünce hemen Fenerbahçe Yandex’ime sarıldım. Bir de baktım ki bütün yol tıkalı, Trump Towers’a 1 saat veriyor!

 

Sanayi’deki metro istasyonunda otomobilimi bıraktım, merdivenlerden aşağıya indim.

 

Haberin Devamı

2 dakika sonra metro geldi, bindim.

 

Ve kendimi onun yaşında zannettiğim genç bir üniversite öğrencisi yerinden kalktı, “Amca, siz oturun” dedi!

 

Gayriihtiyari arkama baktım, sadece metro vagonunun kapısı vardı!

 

Oysa o ana kadar kendimi bilemedin 25 yaşımda zannediyordum, gerçekle yüzleşmem böyle oldu.

 

Çiğlik yapmadım, “Böyle göründüğüme bakma, çok genci cebimden çıkartırım” demedim, teşekkür edip oturdum.

 

Mecidiyeköy istasyonuna gelene kadar da düşündüm durdum!

 

Bundan aslında kimseye söz etmeyecektim.

 

Ama önceki gece Elele dergisinin düzenlediği Elele/Avon Yılın Kadını ödül töreninde fikrim değişti, gördüğünüz gibi sadece arkadaşlarıma değil, efkar–ı umumiye de açıklıyorum!

 

Haberin Devamı

Toplumumuzda genel bir kanı var: Kadınlar yeni kuşakları yetiştiren, ona kol kanat geren, fedakâr insanlar olarak görülüyor.

 

Törendeki konuşmalara hâkim olan genel kanı da buydu.

 

Erkekler ise daha bencil, kendini beğenen, mücadeleci ve zaman zaman saldırgan da olabilen insanlar olarak görülüyor.

 

Oysa antropolog David Gilmore, ilkel ve gelişmiş kültürlerdeki erkeklik ideolojilerini araştırınca bunun tam tersini bulmuş.

 

Şöyle yazıyor:

 

Erkeklik ideolojilerinde, daima, kendini feda etme mertebesine varan özgeci bir cömertlik bulunur. Tekrar ve tekrar görüyoruz ki ‘gerçek erkekler’ aldıklarından fazlasını verenlerdir; bunlar diğer insanlara hizmet ederler. Bu nedenle erkeklik de verici bir kavramdır.”

 

Haberin Devamı

Ödül alan ve hepsi birbirinden değerli kadınların konuşmalarını dinledim ve muhtemelen Gilmore’un yazdıklarından hiç haberdar olmayan o kadınların babalarından, sevgililerinden, eşlerinden söz ederken kullandıkları kelimelerin bu antropolojik gerçeği günümüzde de yaşadıklarına işaret ettiğini düşündüm.

 

Bir kız çocuk babası olarak, bu konuları hiç konuşmadığım kızımın da aynı şeyleri düşünüyor olabileceği fikri beni mutlu etti.

 

“Yaşımın ne önemi var” diye düşündüm.

 

Şahane bir kız çocuk yetiştirdim, geleneklerin ve toplunun bana verdiği görevleri yerine getirmeye çalıştım.

 

Saçım biraz beyazlaşmış, dert mi?

 

Dökülseydi daha mı iyiydi yani?

 

Aklıma gelmişken, saçları dökülmüş yaşıtlarım için bir söz aktarayım ki boşuna üzülmesinler.

 

Amerikan Kel Erkekler Derneği kurucusu John T. Capps şöyle diyor:

 

“Bir insanın ortalama olarak, ömrünün yedi sekiz yılını saçlarını taramak, kurutmak ve bakımını yapmakla geçirdiğini gösteren istatistik sonuçlarına bayılıyorum. Ben bu yedi yılımı başka işler yapmak için harcayabilirim.”

 

Bu arada, aklıma yeni bir ödül tahsis etmek geldi tabii ve Elele’deki arkadaşlar çalışmaya başladılar bile.

 

Gelecek yıl, “kadınların toplumda yükselmesi için ilham veren ve yollarını açan erkekleri” de seçeceğiz.

 

Bu sayede benim yaşlarımdaki erkekler de ödül heykeli alabilecekler! Sponsor olmak isteyenler kimi arayacaklarını biliyorlardır.

Yazarın Tüm Yazıları