Bu bizim savaşımız değil

REHİNELERİN serbest bırakılmasından sonra Türkiye’nin, IŞİD’e karşı askeri operasyonları da kapsayacak şekilde “koalisyona” girmesinin istenileceği bir sır sayılmaz.

Haberin Devamı

Hükümetin ise buna gönülsüz olduğunu, IŞİD’e karşı ABD’nin öncülüğündeki Batılı ittifaka desteğinin “insani yardımlarla” sınırlı kalmasından yana olduğunu biliyoruz.
Hükümetin bu tavrını doğru bulduğumu söylemek isterim.
Türkiye’de politik duruşunu sırf AKP karşıtlığı üzerine kurmuş geniş bir kitle olduğunu ve hükümetin bu politikasının, “IŞİD yanlılığından kaynaklandığını” düşünenlerin bulunduğunu da biliyoruz.
Öte yandan Kürt hareketi de, Rojava’daki kazanımlarını IŞİD’e karşı koruyabilmek için Türkiye’yi, “askeri koalisyona” girmeye zorluyor.
Unutulan şu ki, sırf AKP karşıtlığı yapacağız denilirken, Türkiye’nin kendisini hiç ilgilendirmeyen bir savaşın içine çekilmekte ısrar ediliyor olmasıdır.
IŞİD elbette Türkiye’nin de bir sorunudur, acımasız bir devletimsi oluşumun sınır komşumuz olması istenebilecek bir durum da değildir.
Ama bunu istemiyoruz derken, Suriye ve Irak bataklığına iyice gömülmek de gerekmez.
Askeri operasyonların bir parçası olmanın tek sonucu, kendimizi kimsenin çok uzun süre kazanamayacağı bir savaşın içinde bulmamızdır.
Türkiye’nin ne yapması gerektiği açıktır:
IŞİD zulmünden kaçanlara barınma olanağı sağlamak, insani yardımların bölgede ihtiyacı olanlara ulaştırılmasını sağlamak ve varsa IŞİD üzerindeki gücünü kullanarak, onu sınırlarımızdan uzakta durmaya ikna etmek!
AKP iktidarının, Suriye ve Ortadoğu politikasındaki bütün öngörüleri yanlış çıktı.
Şimdi IŞİD ile savaştan uzak durmaya çalışıyorlar.
Bunun nedeni sağlam bir öngörüde bulunmaları mıdır, kendilerini IŞİD’i anlamak zorunda hissediyor olmaları mıdır, yoksa hepsi birden mi bunda etkili olmuştur?
Bunların bu aşamada bir önemi yok. Önemli olan bu savaşın dışında kalmayı başarmaktır!

Haberin Devamı

‘Dostlar mahkemede görsün’ soruşturması

GAZETELERE yansıyan haberlere göre, Musul Başkonsolosu da dahil olmak üzere IŞİD tarafından rehin alınan vatandaşlarımız, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından yürütülen soruşturmada ifade verecekler.
Anayasal Suçlar Bürosu Savcılığı’nın yürüttüğü soruşturma “Terör örgütü kurmak, yönetmek, terör örgütü eylemi kapsamında hürriyeti tahdit” suçları üzerinden yürütülüyor.
Soruşturma sonunda bu işte parmağı olan IŞİD yönetici ve militanları için gıyabi yargılama yapılacak, haklarında “kırmızı bülten” bile çıkarılacakmış!
Okurken ister istemez tebessüm ediyor insan!
Belli ki sırf yayın yasağı getirmek için açılmış bu soruşturma dosyası, böylece “Dostlar mahkemede görsün” diye yapılacak bir yargılamayla kapatılacak.
Oysa soruşturulması gereken ve sorumlularını yakalamak için “kırmızı bülten” de gerektirmeyen bir başka konu ortada duruyor.
Bu 46 vatandaşımız, nasıl oldu da üç aydan fazla bir süre rehin olarak kaldı, oradan buraya sürüklendi, korku içinde bekledi, eziyet gördü?
Bir soruşturma yapılacaksa bu soruşturulmalı.
Tahliye neden zamanında yapılmadı, tahliye planının uygulanmasını engelleyen kimdi?
Başbakan Yardımcısı’nın iddia ettiği gibi Başkonsolos emirleri dinlemedi mi? Yoksa ona emir veren birisi mi planın uygulanmamasını istedi?
Öğrenmemiz gereken budur, dünyanın zaten peşinde olduğu bir grup “teröristi” kırmızı bültenle aramak ve gıyaplarında yargılamak değil.
Son bir not: Aynı savcılık, “rehinelerin hayatını tehlikelerden korumak için” yayın yasağı da istemiş ve mahkemeden bu yasağı çıkarmıştı.
Bildiğim, mahkeme kararları, kendi kendine ortadan yok olmaz. Rehineler serbest kaldığına göre, savcılık bu konuda ne düşünüyor?

Haberin Devamı


İstanbul’da 15 milyon ‘suçlu’ yaşıyor


İSTANBUL’da 15 bin polisin katıldığı bir “genel arama” yapıldı. Operasyon sonunda aranan 40 kişi yakalanmış, ruhsatsız silahlar ve uyuşturucu ele geçirilmiş.
Gazetelere göre bu polislerden oluşan bazı ekipler “önceden tespit edilen” adreslere baskın yapmışlar.
Polis istihbaratının “önceden tespit ettiği” adreslerde suçlu aramak için neden 15 bin polis sokağa dökülmüş, orasını anlamak o kadar kolay değil.
Madem adresler biliniyordu, mahkemeden izin alınır, oralar basılır, suçlular ele geçirilirdi.
Zaten “önceden tespit edildiği” söylenen adreslerin önemli bölümü de barlar, gece kulüpleri vs.
Polis oraları basıyor, ışıklar yanıyor, müzik susuyor, üst araması, kimlik yoklaması vs.
Aranan kişilerden tesadüfen oralara gitmiş olanlar varsa yakalanıyor. Yoksa o aranan şahsın orada olduğunu gerçekten biliyor olsalar, iki polis gider, koluna girer, dışarı çıkarıp tutuklar.
15 bin polisin gece vakti sokaklara dökülmüş olmasının nedeni “genel asayiş uygulaması”!
Bu şu demek: Kentin önemli kavşakları, ana arterleri, polis tarafından tutuluyor, gelen geçen vatandaşın üstü, arabası aranıyor, kimliği kontrol ediliyor!
40 suçlunun yerini tespit edip yakalayamayan beceriksizler yüzünden, 15 milyonluk kentin vatandaşlarının tümü suçlu muamelesi görüyor!
Kanuna uygun olmasına uygun ama insan haklarına saygı açısından bakınca hiç de hukuki değil, bir hukuk devletinde olmaması gereken görüntü bu.
Bir demokraside kabul edilebilecek bir durum değil, böylesine ancak otoriter rejimlerde rastlanabilir. Biz de eski askeri yönetimlerin, sıkıyönetim uygulamalarından biliyoruz bunu.
İşin benim açımdan daha da vahim olan yönü, gazetelerin tümünün bunu “olağan” bir şey gibi sunmuş olması.
Bilmiyorum, “evrensel demokrasiyi getirmekle” anılmak isteyen Başbakan bu konuda ne düşünüyor?
Yoksa, İçişleri Bakanı, kendisine değil, doğrudan Cumhurbaşkanı’na bağlı olduğu için, “Benim üzerime vazife değil” diye mi düşünüyor?

Yazarın Tüm Yazıları