Ben dünyanın en büyük âşığı olabilirim

EVET, kim bilebilir ki? Ve bunu nasıl bir yarışma sonucunda belirleyebiliriz?

Haberin Devamı

Mütevazı davranırsam gerçek zannederler, davranmayacağım, dünyanın en büyük âşığıyım, ve evet öyleyim aslında.

 

Bu konuya geri döneceğim, ama izninizle şunu söylemek istiyorum önce:

 

Ayla Çelik (güzel gözlü, hoş bir kız, sesi de iyi. Hafif nezle olmuş kadın sesini severim çünkü) adı Bağdat olan bir şarkı ile toplumsal sahnemize çıktığında her aklı başında gazeteci gibi internete girdim.

 

“Bu şarkıyı kim söylüyor, daha önce hangi şarkıları söylemiş, kimlerle arkadaşlık etmiş, şu andaki medeni durumu nedir, şarkının güftesi kimin, kim bestelemiş, partisyonları kim yazmış, aranjman kime ait” gibi soruları araştırmak için.

 

Haberin Devamı

Bizim memlekette, belli ki besteci, söz yazarı, aranjör kimsenin umurunda değil.

 

Yani, şarkının esas sahipleriyle ilgili hiçbir bilgiye ulaşamadım. Gerçekten çok ayıp.

 

Ama Bağdat diye yazınca, Google’da 557 bin sonuç çıktı.

 

İlk altı sırada bu şarkı var.

 

Ve dünyanın en eski kentlerinden biri olan Bağdat, yedinci sırada çıkıyor.

 

Düşünün ki Hammurabi’den beri bu şehir var. Abbasilerin başkenti. Defalarca yanmış, yıkılmış. Günümüzde her gün bombalar patlıyor, insanlar ölüyor ama hâlâ ayakta. Hammurabi’den beri adı bile aynı, o kadar kültür gelmiş geçmiş, adını değiştirmek bile kimsenin aklına gelmemiş.

 

Ve Türkçe Google aramasında, Bağdat yazdığınızda karşınıza ilk çıkan link Ayla Çelik’in söylediği şarkı.

 

İlk bakışta tuhaf gibi görünüyor ama değil.

 

Çünkü bu şarkıda öyle bir şey var ki her notasına yekpare Bağdat mülkü feda edilebilir!

 

Haberin Devamı

Bu tür şarkıların modası hiç geçmez.

 

Bunu bir kenara yazın: 14 sene sonra bu şarkıyı bir yerlerde duyduğunuzda burnunuzun direği sızlamazsa, hesabı bana gönderin, o kadar iddialıyım yani.

 

Ama burnunuzun direği sızlarsa da “Allah Mehmet abiye uzun ömürler versin” diye bir kadeh kaldırmalısınız, yoksa iddia yarım kalır.

 

Kafamı en çok kurcalayan konu hep budur: Bir şarkı, nasıl olur da insanlar arasındaki cinsiyet, sınıf, ırk, renk farklarını kaldırabilir?

 

Tek bir şarkı!

 

Vehbi Koç’un torunuyla, Uzun Ömer’in torununu aynı şekilde duygulandırabiliyor.

 

Bir tek şarkı!

 

Apartmanın sahibinin kızı ile apartmanın kapıcısının kızını da aynı şekilde etkileyebiliyor.

 

Haberin Devamı

Bu hayra alamet olur mu bilmiyorum ama düşünün ki bu şarkıyı dinlerken hissettiklerimi, Recep Tayyip Erdoğan da hissedebiliyor!

 

Bu son cümleyi yazarken bile tüylerim diken diken oldu vallahi!

 

“Ardipithecus ramidus” fosili 4.4 milyon yaşında, homo sapiensin ilk atalarından biri olduğu düşünülüyor.

 

Antropolog Dr. Helen Fisher, fosilin çene ve diş yapısına bakarak insanoğlunun bir kişiye âşık olma durumunun o tarihte çoktan başlamış olduğunu söylüyor.

 

Demek ki insanları birleştiren en eski duygu da bu olmalı.

 

Dinden, etnik kimliklerden, tutulan takımlardan vs bile önce insanları birleştiren birkaç duygudan biri.

 

Öbürleri de sanırım yaşama içgüdüsü, açlık dürtüsü filan olmalı.

 

Haberin Devamı

Bunun yani âşık olmanın çene ve diş yapısıyla ne ilgisi var?

 

Bunu gerçekten merak ediyorum.

 

Acaba âşık insanların zaman zaman dişlerini sıkmak zorunda kalmalarından kaynaklanan bir sorun nedeniyle mi böyle düşündüler?

 

Ama dişini sıkanlar sadece âşıklar değil ki.

 

Dişlerini gıcırdatan insanlar arasında hayatları boyunca bir kez bile gerçek bir aşk yaşamayanlar olduğuna iddiaya girebilirim.

 

Antropoloji eğitimi almadım, bu konuyu daha fazla kurcalayıp çoluk çocuğa eğlence olmayacağım.

 

Zaten ilgimi çeken konu insanların dişlerini gıcırdatmalarıyla, âşık olmaları arasındaki ilişki değil.

 

Nasıl oluyor da tek bir şarkı, insanları dil, din, ırk, cinsiyet ayırmaksızın aynı şekilde etkileyebiliyor?

 

Haberin Devamı

Sonuç olarak dokuz adet nota var. Bemoller, majörler filan derken sayı katlanıyor ama sağdan say bu kadar, soldan say yine bu kadar nota!

 

Bunlar öyle bir diziliyor ki bazen şarkı “Benim adım Elvan Dalton” olur ve içimizde sadece bir gülme isteği yaratırken, bazıları “Bağdat” olabiliyor.

 

Bunun bir tek nedeni var.

 

Âşık olmak istiyoruz çünkü.

 

Hayatında bir kez bile aşkı deneyimleyen bir insan, bunun ne anlama geldiğini biliyor.

 

Âşık olmanın, insanın duyarlılığını ne kadar arttırdığını, içindeki yaşama sevincini nasıl “çiçek coşturan” verilmiş gibi patlattığını biliyor.

 

Ve bir kez bu deneyimi yaşayınca, bir bağımlılık da yaratıyor.

 

Dünya yüzündeki herhangi bir “maddenin” yaratamayacağı türden büyük bir bağımlılık.

 

İstiyorsunuz ki onu gördüğünüzde içinizde havai fişekler patlasın.

 

Kalbiniz göğüs kafesinizden çıkıp gidecek ve bir daha da geri dönmeyecekmiş gibi çarpsın.

 

Onun için şarkıyı dinlerken siz de benim gibi eşlik edebiliyorsunuz: Ben dünyanın en büyük âşığı olabilirim!

 

Yazının başında “Geri döneceğim” dediğim yere geldim işte. Onu da bir başka şarkıyla anlatayım:

 

“Acele etme, bu aşk dediğin biraz zaman alıyor / Bilenin ve bana katlananın, yanına kâr kalıyor!”

 

Duyamadım, “megalomaniden” mi söz ettiniz?

Yazarın Tüm Yazıları