Ar damarı çatlayınca

NAZİ Almanyası’nın Propaganda ve Halkı Aydınlatma Bakanı Goebbels vaktiyle şöyle demişti:

Haberin Devamı

“Yalan atın, mutlaka inanan çıkacaktır. Bir şeyi ne kadar uzun süre tekrarlarsanız insanlar ona o kadar fazla inanırlar.”
Öyle görünüyor ki memleketimizin siyasal İslamcıları da ona rahmet okutacak düzeye gelmişler.
Bıkıp usanmadan Kabataş yalanını tekrarlıyorlar, ortaya çıkan bütün gerçeklere kulaklarını kapatıp yalanda ısrar ediyorlar.
Sadece bununla da kalmıyor, insanların da “bidon kafalı” olduklarına inanıyorlar!
Dün Sabah’ın birinci sayfası, okuyucusunu ve milleti kaz yerine koymanın zirvesine çıkmıştı!
Hatırlayacaksınız, Kabataş’ta bir türbanlı kadının taciz edildiği yalanını uydurmuşlardı.
Bellerinden üstü çıplak, deri pantolonlar giyen, başları bandanalı, elleri eldivenli 60–70 kişilik bir erkek grubunun bu kadını taciz ettiğini, üzerine işediklerini, pusetteki bebeğini havaya attıklarını, kadına yardım etmek isteyen yaşlı bir adam ile torununu öldüresiye dövdüklerini uydurmuşlardı.
Bunun yalan olduğu ortaya çıktı.
Polis toplam 2 bin 650 saatlik kamera kaydını izlemiş, olay sırasında bölgeden geçenlerin cep telefonu sinyallerinden kişileri bulup sorgulamış ve 161 kişinin de Facebook hesaplarını incelemiş, bu olayın tek görgü tanığını bulamamıştı.
Ne kadını taciz edenleri gören vardı. Ne de kamera kaydı.
Sabah dün birinci sayfasından bir haber yayınladı.
İddiaya göre “paralel polisler”, bu taciz anını gösteren 52 saniyelik bölümü video kayıtlarından silmişti!
Zaten silinen böyle bir bölüm yoktu ama Sabah, o 52 saniyenin öncesi ve sonrasından hiç söz etmiyordu.
Belli ki o çıplak üstlü, cinsi sapıklar uzaydan ışınlanarak oraya indirilmiş, işlerini 52 saniyede gördükten sonra da tekrar ışınlanıp, uçan dairelerine binerek kendi gezegenlerine ulaşmışlardı!
“İşte o 52 saniye” diye bir fotoğraf koymuşlar, üzerine okul çocuklarının yapabileceği kalitede grafiklerle insan kalabalığı çizmişlerdi. O kadar beceriksizce yapılmıştı ki yoldaki tramvayın yeri bile yanlıştı, tramvayın yolun ortasından geçtiğini ihmal etmişlerdi!
“Paralel polislerin” olay anını gösteren görüntüleri kararttığını iddia ediyorlardı ama belli ki o tarihte o çeteyle iş tuttuklarını hatırlamak bile istemiyorlardı.
İnsanın ar damarı bir kere çatlamaya görsün, sonucu işte böyle oluyor!

Haberin Devamı

Türk olmak kolay değil

Haberin Devamı


BREZİLYA’da, aralarında 31 senatör ve milletvekili ile 15 eyalet valisi, eski bakan ve eski devlet başkanının da bulunduğu 48 kişi hakkında yolsuzluk nedeniyle soruşturma yapılması için izin verildi.
Brezilya’da böyle bir soruşturma yapılması iznini Yüksek Mahkeme veriyor, soruşturulacak kişiler arasında Meclis Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu’nun 12 üyesi de var!
Bu bilgiyi Ahmet İnsel’in Radikal’deki yazısından öğrendim.
Yolsuzluğun toplam boyutunun 3.5 milyar dolar olduğu belirtiliyor.
Ne talihsiz adamlar diye düşünmemek mümkün değil.
Brezilya vatandaşı değil de Türk olsalardı, “darbe, paralel vs” diye çığırtkanlığa çıkarlar, paçayı da kolayca kurtarırlardı.
Bakın Deniz Fenerciler, Almanya’da mahkûm oldular, burada paçayı kurtardılar.
Siemens, 3M rüşvetçileri de öyle.
Reza’nın önüne yatanları, bakara makara deyip cebi dolar dolu elbise hediyeleri alanları, yakalanmamak için çantasında onlarca telefonla dolaşan bakanları, saatleri unutmayalım!
Ama Türk olmak kolay değil tabii!

Haberin Devamı

Sözünün üzerine söz istemiyor


“KURUMLAR kişilerle kaim değildir” diye bir söz var, memleketimizin yöneticilerinden senelerdir belki bin kere dinlemişizdir.
Ama öyle görünüyor ki MİT’in, MİT olabilmesi ancak bir kişiyle mümkün olabiliyor: Hakan Fidan!
Böyle bir şey söyleyemeyiz aslında.
O kurum, kökleşmiş gelenekleri olan, içinden kendi yöneticilerini çıkarma potansiyeline sahip bir kurum.
Ama yine de Cumhurbaşkanı ısrar etti, milletvekili adayı olmak için istifa eden, partide eğilim yoklamasına bile girip birinci çıkan Hakan Fidan’ı allem etti, kallem etti, MİT’in başına geri getirdi.
Bunun bir tek nedeni var: Son derece şişmiş bir ego!
“Sözümün üzerine söz söyletmem” inadı!
Normal olarak MİT’in başına birçok insanı tayin edebilirdi, nitekim Fidan istifa ettiğinde yerine vekâleten bakacak bir memur kolayca bulmuştu.
Onu beğenmiyorsa, bu koca ülkenin potansiyelinden bir MİT müsteşarı çıkarabilirdi.
Yoksa Türkiye’nin insan kaynakları bakımından son derece yetersiz olduğuna mı inanıyor?
Hayır, elbette inanmıyordur.
Ama yine de MİT’in başına Fidan’ı getirmek için ısrar etti, kendi tayin ettiği Başbakan’a sözünü yalattı, Fidan’ı deyim yerindeyse “kuyruğuna baka baka geri dönmeye” mecbur etti!
Dediğim dedikçi bir yönü var ve bundan da bir adım bile geri atmıyor.
Ve şimdi de “Türk tipi başkanlık sistemi” istiyor ki bütün memleketi aynı şekilde, tek başına yönetsin, kimseler sözünden çıkamasın.
Fidan olayı, Türkiye’yi bekleyen tehlikeyi çıplak gözle görmemizi bir kez daha sağlamış olmalı.

Yazarın Tüm Yazıları