Kemoterapiden çıktım peruğumu takıp sete gittim

Oya Başar ile buluştuğumuzda çocukluğundan kanseri nasıl yendiğine, sansürden Hülya Avşar’a kadar pek çok şeyi konuştuk. İşte karşınızda mizahıyla, acısıyla, Roman Havası’yla Oya Başar...

Haberin Devamı

Galiba canlandırdığı karakterleri Oya Başar’dan daha iyi tanıyoruz... Bu sefer kendi hikayeni anlat da dinleyelim...
- Nereden başlasam bilemedim...

En başa dönelim...

- Tarihin Arka Odası’na girmek istiyorsun anlaşılan...

O kadar vaktimiz yok, biraz pencereden baksak yeter...
- Sen bana yaşlı mı demek istiyorsun?

Bu ne hassasiyet?

- Şaka şaka. Babam Selanik göçmeni, annem ise bir Kürt kızı. İstanbul’a göçün yoğun olduğu o dönemlerde aileler bir şekilde görücü usulüyle annemle babamı tanıştırmış.

Bir aşk evliliğinin “meyvesi” değilsin yani sen?

- Yok değilim. Babamla nişanlandıklarında annem daha öğrenciymiş. Düşünsene nişan fotoğraflarında bile annemin kafasında okul kurdelesi var.

Oya nasıl bir çocuktu?

- Çok efendi uslu bir çocukmuşum, ablam ise tam tersi. Yaşlandıkça ablam uslandı ben kendimi haylazlığa verdim. Sevgi dolu bir aileydik. Babam tiyatro meraklısı bir adamdı.

O da mı tiyatrocuydu?

- Hayır, sadece iyi bir seyirciydi. Zamanının okumuş yazmış adamlarındandı, mesleği de muhasebecilikti. Ama tiyatroyu o kadar severmiş ki sürekli “Çocuğum olursa tiyatro sanatçısı olacak” dermiş. Zaten Suna Pekuysal da uzaktan akrabamız olur. Tiyatroyla tanışmam bizimkilerin ablamı ve beni küçücükken Şehir Tiyatrosu’nun çocuk bölümü imtihanlarına sokmasıyla oldu.

Sahne tozunu çok küçük yaşta yuttun yani...

- 7 yaşından beri sahnedeyim, hatta çocukluğumu tam yaşayamadım bile diyebilirim. Kim bilir belki de bu yaşta hâlâ çizgi film delisi olmamın sebebi de budur. Bir görsen bütün gün evde çizgi film kanalı açıktır.

ANILARIM BANA ÖZEL ONLARI DEŞİFRE ETMEM

Benjamin Button gibi tersine yaşıyorsun hayatı...
- Gençken tüm arkadaşlarım benden 15-20 yaş büyük olurdu. Ben büyüdüm, onlar küçüldü. Artık en yakın arkadaşlarım gençler. Eskiden sürekli döpiyes, pantolon, ceket giydiğim için etrafımdakiler bana “Oya, neden böylesin?” diye sorduklarında, “Ya bırakın 50’sinden sonra kuduracağım, kırmızı rujları sürüp dolaşacağım” derdim.

Dediğin gibi kudurdun mu bari?

- Eh o kadar olmasa da yaptık bir şeyler. Şu an kendimi 57 değil de 27 yaşında zannediyorum.

Peki o 57 seneyi dolu dolu yaşadım diyebiliyor musun, yoksa yaşayamadığın için mi 27 yaşında hissediyorsun?
- Gerçekten çok hoş ve güzel bir hayat yaşadım İzzet. Gençliğimde buzdolapsız evi de gördüm, şimdi Skype’tan Amerika’daki kızımla da konuşuyorum. Çivitle kazanda çamaşır da yıkadım, son model kurutma makinesinden üç dakikada çamaşırları da çıkardım. Ayrıca oyuncu olduğum için bir hayatta bin hayat yaşadım. Bir oyunumda doktor, ötekinde mühendis, berikinde hayat kadını, bir başkasında ev kadını olabiliyorum. Ne mutlu ki Tanrı bana böyle bir yetenek lütfetmiş ve tiyatro hayatım olmuş.

Senin hayatından süper bir film çıkar!

- Benim yaşadıklarım bana aittir, özeldir. Aynı zamanda o hayatın içinde bir sürü tanınmış insan da var. Onları deşifre etmek istemediğim için, anılarımı asla filme çekmem ya da kitap haline getirmem.

Haberin Devamı

Kemoterapiden çıktım peruğumu takıp sete gittim

SEN BÜYÜTÜRSEN HASTALIĞIN DA BÜYÜR

Hayat senin için her zaman da parıltılı değildi... Ama kanserle mücadele ederken bile çok güçlüydün.

- Teşhis konulduğunda “Grip olduğumu varsayıyorum” dedim. Sadece göğüs kanseri değildi, önce lenflerime, ardından da boyun ve bel kemiğime atladı. Uzun süre tedavi gördüm. Açıkçası etap etap çok acı çektim.

Fakat bunun seni “yenmesine” de izin vermedin...
- Olayları dram haline getirmemek lazım. Bu yaştan sonra su çiçeği olacak halim yok ya! Kanser artık çağımızın gribi gibi ve ceza değil, hepimizin başına gelebilir. Bana da çattı ama ben savuşturmayı başardım. Çok fazla ciddiye almadım. Ciddiye alsaydım üzülecektim, üzüldükçe hastalığım daha da büyüyecekti. En büyük desteğim işim oldu. Kemoterapi sırasında bile peruğumu takıp, sete gittim.

Bu hastalıkla mücadele edenlere neler tavsiye edersin?

- Öncelikle “hayata küsmeyin” diyorum. Nasıl olsa öleceğiz, ha beş sene önce ha beş sene sonra... Önemli olan iyi yaşayabilmek ve yaşam konforunu kaybetmemek. Ben kahvemi, içkimi, sigaramı yine içmeliyim dedim. Allah rahmet eylesin yazar arkadaşım Vasıf Küçükoruç hastalandığımı duyunca “Abla kulağıma bir şey geldi” diye telefon açtı. “Ne yapayım kader bu” dedim. “Yanlış anladın. Sana üzülmüyorum ki abla, kansere üzülüyorum. Aptal haddini bilmeyerek sana gelmiş, nasıl olsa yenilecek” diye cevap verdi (gülüyor). Yani bunu büyütürsen hastalığın da büyüyor. Yok edip bertaraf etmeye çalışacaksın. Ne iş yapıyorsan ona devam edip, bırakmayacaksın.

Peki ailen senin kadar güçlü durabildi mi bu dönemde?

- Çocuklara “Sakın ağlamayın, siz üzülürseniz ben de üzüleceğim” deyip yanımda kimsenin ağlamasına izin vermedim. Ameliyata girerken bile “İyiyim iyiyim, daha iyi olacağım” diyordum. Halime doktorlar bile şaşırıyordu.

Böyle bir durumda pozitif olmaya çalışmak zor değil mi?
- Olmaya çalışmıyordum ki, gerçekten pozitiftim. Zaten insan bunları yaşarken rol yapamaz. Kim bilir belki de hayatımda ilk defa kanser olduğumda rol yapmadım. Düşünsene bir yılda beş kez ameliyat oldum.

Beş kez mi?

- Evet, tam beş kez. Ne meme varmış bende be! (Gülüyor)

Bunu anlatırken bile gülebiliyorsun...

- Belki insanlar benim kansere meydan okuyuşumu gördükçe kendilerine bir pay çıkarırlar. Hastalık döneminde 2-3 sene çalışmaktan başka bir şey yapamadım. Ama çok şükür, yaşam kalitem eski haline döndü. İstediğim gibi yiyorum, içiyorum, geziyorum. Tabii yine de dikkat edip ilaçlarımı alıyorum. Zaten 30 senedir de her sabah yarım saat yürürüm.

Zamane şöhretleri gibi sen de Şeyda Coşkun’la mı yürüyorsun?

- Herkesin yaptığı şeyi asla yapmam. Gidip Bebek’te yürürsen oradaki muhabir çocuklar da gelip seni çeker. Senin de dönüp onlara “Niye beni çektin?” diye kızma hakkın olmaz.

FENERBAHÇE, SEYRETTİĞİM HER MAÇI KAZANIR

Yanılmıyorsam, en büyük tutkun Fenerbahçe...

- Aslında futboldan anlamam ama babamdan dolayı Fenerbahçeliyim. Ne futbolcuları tanırım ne de oyunu bilirim ama hep Fenerbahçe kazansın isterim. Seyrettiğim her maçı Fenerbahçe kazandı.

Totemin falan mı var?

- Aaa olmaz olur mu? Her maç zamanı kızıma “Nereliyiz kızım biz?” diye sorarım, o da “Bahçeliyiz” der ve biz o maçı alırız.

Oğlunla çok özel bir ilişkin var...

- Ah Umut’um, canım benim! Onu Bektaşi gibi görüyorum... Her dönemimde bana dost ve destek olduğu için bazen çocukluğunu yaşamadan büyüdü diye üzülüyorum. Her şeyimi onunla paylaşırım. Mesela şu anda sana kızsam ilk işim Umut’u arayıp anlatmak olur.

Torun gelirse belki Umut kurtulur bu “sorumluluğundan”...

- Umut’un benden ölene kadar kurtulma şansı yok (gülüyor). Ama o mutlu çünkü biz birbirimizi seviyoruz.

Haberin Devamı

Kemoterapiden çıktım peruğumu takıp sete gittim

MİLLET OLARAK SEYRETTİĞİMİZ HER ŞEYİ GERÇEK ZANNEDİYORUZ

Yeni dizin “Roman Havası”nı görünce ister istemez aklımız “Gırgıriye” ve “Cennet Mahallesi”ne gidiyor. Sizinkinin bunlardan farkı ne?
- Türker (İnanoğlu) Abi her şeyi çok iyi takip eden bir adam. Baktı ki bu tip dizilerin tekrarları bile çok seyrediliyor; çok daha neşeli senaryo ve yepyeni bir kadroyla eski formata taze bir nefes getirdi.

Romanlar’dan gelen olumsuz tepki sizi üzmedi mi?

- Biz millet olarak nedense seyrettiğimiz her şeyi gerçek zannediyoruz. Bu karakterlerin hepsi hayal ürünü. Hiç kimse bir başkasını yansıtmıyor. Onun için kimse bu projeyle kendini özdeşleştirmemeli. Kapıcılarla ilgili bir şey yaparsın kapıcılar ayaklanır. Kamyoncularla ilgili bir şey yaparsın kamyoncular köpürür. Avukatlarla ilgili bir şey yaparsın barolardan “Bizi niye yanlış yansıtıyorsunuz?” diye uyarı gelir. Artık hepimiz önyargısız ve açık fikirli olmak zorundayız.

Haberin Devamı

O KADAR İYİYİM Kİ “KEŞKE KENDİ GELİNİM OLSAM” DİYORUM

Peki gelin mutlu mu durumdan?
- Mutlu herhalde ki hâlâ birlikteler.

Umut’la senin bu aşırı dostluğundan rahatsız olmuyor mu?

- Benim kimseye zararım olmaz. O kadar iyiyim ki keşke kendi gelinim olsam (gülüyor).

İnsanların senden sürekli onları güldürmek ve mutlu etmek gibi bir beklentisi olmasından sıkılmadın mı?
- İnsanları mutlu etmekten bıkılır mı hiç! Pesimist olmayı sevmiyorum. Her şeyi, her sözü yargılamayın. Hayatı biraz oluruna bırakmak lazım.

Mutluluk dağıtırken, sıkıntılarını içine atıp kanser oldun ama...
- Kanser bir stres hastalığı. Son zamanlarda bir sürü moda çıktı! Taşı sık suyunu çıkar, üzerine maydanoz koy, az biraz da zencefil ekle... Böyle saçma sapan bir şey olur mu kardeşim, ne yani taş devrine mi dönelim? Biz de bu ülkede doğduk, büyüdük. Tereyağ da yedik, yumurtanın sarısını da... Pis sulara da girip çıktık. Ama şimdi sağlıklı yaşam diye bir şey çıkartıp, “Onu yeme, bunu yeme yoksa kanser olursun” diyorlar. Yok efendim “Shelltox sıkarsan kanser olursun”... İyi o zaman gelsin sivrisinek beni yesin, tifodan gideyim bari! Bu kadar aptal bir şey olur mu? Bizim zamanımızda böyle şeyler var mıydı? Kardeşim, her şeyin azı karar, çoğu zarar. Bu kadar basit! Sabahtan akşama kadar insanlara onun suyunu kaynat, diğerinin üzerinden atla, işe seksek oynayarak git demek ne demek ya?

Oturduğun yalıya gemi çarptı, millet “Geçmiş olsun”dan çok “Aaa Oya Başar yalıda oturuyormuş” dedi!
- Niye öyle bir yerde oturmayayım? Ben bu ülkede vergisini verip belli bir yere emeğiyle ulaşmış bir kadınım. Bilmem kimden ihale alıp ya da bilmem kimin parasıyla oturmuyorum ki orada. Üstelik yalı da benim değil, kiradayım.

Belki de Levent Kırca’nın son dönemde öne çıkan devrimci kimliğiyle senin yalıda oturmanı bağdaştıramadılar...

- Öyle bir şey söz konusu değil! Ayrıca Levent Kırca oldum olası bu görüşte bir adamdı. Biz Türkiye Cumhuriyeti’nde ilk defa askeri de polisin yaptığı işkenceyi de eleştirmiş insanlarız.

Kemal Kılıçdaroğlu’nun Hülya Avşar “çıkarmasına” ne diyorsun?

- Ben genel olarak Hülya’ya çok yüklenildiğini düşünenlerdenim. Ama sonra da “Hülya da acaba bu ortama çanak mı tutuyor?” demeden edemiyorum. Öylesine çıkışlar yapıyor ki, bütün şimşekleri üzerine çekiyor. Kim bilir belki de biraz mazoşist tarafı vardır.

Yazarın Tüm Yazıları