Esas ihtiyacımız kuvvetler ayrılığı

TARTIŞMA sırasında kullandığımız kavramlar ve kelimeler bile tartışmamızın özü hakkında fikir veriyor aslında.

Haberin Devamı

“Başkanlık sistemi” diye tartışıyoruz ama bu sistemi neden istediğimizi bir türlü söyleyemiyoruz.

Veya “Biz parlamenter sistemden yanayız” diyoruz ama ‘parlamento hükümeti’ni neden diğer hükümete tercih ettiğimizi bir türlü söyleyemiyoruz.

Hükümet biçimini konuşuyoruz ama sanki ülkemizde kuvvetler ayrılığı zaten mükemmelen varmış da, tek eksiğimiz yürütmenin göreve gelme biçimiymiş gibi davranıyoruz.


KUVVETLER AYRILIĞI HİÇ OLMADI
Eğer ülkemizin demokrasisini ileri götürmek, kurumsallaştırmak ve darbelere karşı dayanıklı hale getirmek istiyorsak, yapmamız gereken şey, kuvvetler ayrılığını pekiştirmek, işler ve hesap verebilir hale getirmek.

Ne yürütme yasama ve yargının, ne yargı yasama ve yürütmenin ne de yasama yürütme ve yargının patronu olmalı. Bu üç gücün yetki ve meşruiyet alanları doğru tanımlanmalı ve onların hep birbirlerine karşı sorumlu ve hesap verebilir konumda olmaları garantiye alınmalı. İşleyen kuvvetler ayrılığı budur.

Ve ülkemizde tarihimiz boyunca sahip olmadığımız şey de aslında demokratik manada kuvvetler ayrılığıdır.

1924 Anayasası zaten kuvvetler birliği öngörüyordu, o anayasanın demokrasi diye, yönetimi paylaşma diye bir derdi yoktu, tek parti yönetimine kendince hukuki meşruiyet sağlıyordu sadece.

Bu anayasayla yapılan çok partili demokratik dönem denemesinin başarısız olması kaçınılmazdı. Cumhuriyet’in kurucusu olan ‘tek parti’nin yerine iktidara gelen öteki parti önce vesayeti bitirmeye, ardından da kendi tek parti rejimini oluşturmaya yöneldi. Bu partinin çoğunluğun iradesine dayalı olması, onu ‘demokrat’, yönetimindeki rejimi de ‘demokratik’ yapmaya yetmez.

Sakatlık 1924 Anayasası’nın kuvvetler ayrılığı diye bir şeyi hiç içermemesinden kaynaklanıyordu; siyasetçiler bu durumu kendi iktidarları için kullandılar.


DARBE KUVVETLER AYRILIĞI GETİRMEDİ
27 Mayıs darbesinin anayasası evet kuvvetler ayrılığı öngörüyordu, hatta bu amaçla yapılmıştı ama orada öngörülen de demokratik bir kuvvetler ayrılığı modeli değildi. Bir kere darbeyi yapan Milli Birlik Komitesi parlamentoda daimi yere sahipti. İkincisi, askeri vesayet rejimi gelsin diye türlü çeşitli mekanizmalar kurulmuş, sivil siyasetçilerin ‘ordu tarafından kurulmuş devleti ele geçirmemesi için’ önlemler alınmıştı. Bunlar yetmezmiş gibi bir de Yassıada yargılamalarını yapan türden yargıya, devletin resmi ideolojisini ve devletin kendisini siyasetçiden koruyup kollama görevi verilmişti. Anayasa Mahkemesi, Meclis’te usulünce yapılan anayasa değişikliklerini bile iptal ediyor, kendini Meclis’in üzerine koyuyordu.


12 EYLÜL VESAYETİ PEKİŞTİRDİ
12 Eylül darbesi sonrası yapılan anayasa, askeri vesayetin uygulamasını daha da yaygınlaştırıp gündelik siyasetin kılcal damarlarına kadar soktu; ordunun rolü MGK ve onun daimi genel sekreterliği sayesinde çok büyüdü. Ekonomiyle ilgili kurullarda bile askeri temsilciler vardı ve ülkenin yatırım kararlarında onların da onayı gerekiyordu. Kuvvetler ayrılığı böyle tecelli etsin isteniyordu:

Yürütme gücü, asker kökenli cumhurbaşkanı ve gündelik kurumlardaki asker üyelerle, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay’la, MGK’daki komutanlarla vs dengelenip frenlenecekti. Meclis’in rolü yok gibi bir şeydi.Biz bugüne böyle geldik. Şimdi, otoriterlik hatta diktatörlük tartışmaları yapıyoruz ama 12 Eylül Anayasası’nın bu yolu nasıl açtığını konuşmuyoruz.

Dolayısıyla bugün başkanlık sisteminden önce kuvvetler ayrılığı modelimizi konuşup tartışmalıyız aslında. Eğer kuvvetler ayrılığı konusunda anlaşabiliyorsak, bunun hükümet modelini başkanlık modeli de yapabiliriz, hatta belki yapmalıyız.

Ama parlamentomuzu yürütmenin boyunduruğundan kurtarıp bağımsız bir güç haline getirebiliyor muyuz? Yargımızı ideolojik değil evrensel hukuk içinde karar veren ve demokratik denetime açık bir güç olarak konumlayabiliyor muyuz? Yürütme gücünün doğrudan halktan yetki alıp anayasal sınırlar içinde görev süresini geçirmesini sağlayabiliyor muyuz?

Mesele bu.


NECMİYE ALPAY VE ASLI ERDOĞAN İÇİN
HAPİSTE olan dilbilimci yazar Necmiye Alpay ve yazar Aslı Erdoğan için yarın İstanbul’da Beyoğlu’ndaki Mephisto Kitabevi’nde dostları dayanışma eylemi yapacak, iki yazarın kitaplarını imzalayacak. Öğlen 12.30’dan akşam 20.30’a kadar. Fırsatınız varsa gidin.

Yazarın Tüm Yazıları