90 yıl önceden bugüne Musul ve Kerkük

ATATÜRK’ün Nutuk’ta en ağır dille eleştirdiği isimlerin başında Ali İhsan Sabis gelir.

Haberin Devamı

Bugün kamuoyu Ali İhsan Sabis’i neredeyse hiç bilmez; ama onunla bugünün gazete manşetleri arasında yakın bir ilişki var.
Ali İhsan Sabis, Osmanlı ordusunda bir generaldi, aynen Mustafa Kemal gibi. Mondros Mütarekesi imzalandığında Musul ve civarını ordusuyla kontrolü altında tutuyordu. İngilizler ondan mütarekeye aykırı olarak geri çekilmesini istediler, başta reddetti ama sonra Mustafa Kemal’in komutasındaki ordunun karargâhını Şam ve Halep’ten Adana’ya taşıması üzerine o da Nusaybin’e kadar geriledi.
Ve böylece, ‘Musul-Kerkük meselesi’ dediğimiz mesele başladı.
Atatürk mü haklıydı Ali İhsan Sabis mi meselesine hiç girmeyeceğim, dileyen tarihi dilediği kadar konuşabilir. Mesele şu: Lozan’da Musul-Kerkük’ün yeni kurulan (ve İngiliz mandasındaki) Irak’a mı yoksa Türkiye’ye mi ait olacağı sorusunun cevabı, bugünkü BM’nin o zamanlarki silik ve kötü bir karşılığı olan Milletler Cemiyeti’ne bırakıldı.
Türkiye, Milletler Cemiyeti’nde Musul ve Kerkük’ü isterken temel tez olarak, bölgede Kürt ve Türkmenlerin nüfusun çoğunluğunu oluşturduğu ve Türkiye’ye katılmak istediği görüşünü kullandı. İngilizler ise Arapların çoğunlukta olduğu ve Irak’ta kalmak istediği görüşünü savundu.
Detay tartışmalara girmenin yeri burası değil, neticede 90 yıl önce Musul ve Kerkük Irak’ta kaldı.
Bugün geldiğimiz noktada, 1. Dünya Savaşı’nın galip emperyalist güçlerinin Türkiye’nin güneyinde yarattığı iki (belki üç) yapay devletin de sonunun geldiğini görüyoruz. Bunlar Fransızların yarattığı Suriye ve Lübnan ile Birleşik Krallığın yarattığı Irak.
Özellikle Irak ve Suriye etnik ve mezhep temelli parçalanma sürecinde; bu parçalanmanın daha ne kadar devam edeceğini de, bitip bitmeyeceğini de bilmiyoruz, kestiremiyoruz.
Bütün güney sınırımız boyunca yaşanan parçalanmanın Türkiye açısından yarattığı güvenlik sorunu çok boyutlu. Kuşkusuz en önemli boyut, sınırın hem Türkiye hem de öteki yanında yaşayan akraba topluluklar. Türkiye’de büyük bir Kürt nüfusu, küçük de olsa etkili bir Arap nüfus var. Gerek Irak ve gerekse Suriye’de ise Türkmenler yaşıyor.
Böylesine büyük ve dipten gelen tarihi dalgalanmaların yaşandığı bu dar coğrafyada görece yakın zamanda ortaya çıkmış olan Irak-Şam İslam Devleti (IŞİD) adlı örgütü ciddiye alırsınız veya almazsınız çok bir şey değişmeyebilir ama esas önemli olan dipten gelen tarihi dalgayı ciddiye almak ve o dalganın içinde Türkiye’nin güvenliğini ve istikrarını düşünmek.
Bu dalga da bize, ülke içinde zaten taa 90 yıldan beri ciddi bir güvenlik ve istikrar sorunu yaratan ‘Kürt sorunu’nu adil ve kalıcı biçimde çözmenin ne kadar önemli olduğunu anlatmalı en önce.
Sınırın öteki yanında kalmış olan Kürtler, aynen 90 yıl önce olduğu gibi bugün de geleceklerini Türkiye ile birlikte aramak isteyebilirler ama bunun için Türkiye’nin önce o Kürtlere onurlu bir gelecek vaat edebilmesi gerekir.

Haberin Devamı

Arap-Kürt savaşı ihtimalini engellemek

Haberin Devamı

MUSUL’daki başkonsolosluğumuzun işgal edilmesi, oradaki görevli vatandaşlarımızın rehin alınması ciddi bir durum. Vatandaşlarımızı sağ salim geri alabilmemiz gerekli kuşkusuz.
Bu ciddi prestij kaybının Türkiye’de bir milliyetçi dalgaya yol açtığını, ‘savaş’tan söz edenler bile olduğunu görmüyor değilim ama bölgedeki esas büyük meseleye odaklanılması gerektiğini düşünüyorum.
Bölgedeki esas büyük mesele, Kürtler ile Araplar arasında savaş çıkması olasılığı.
Bölge petrolleri IŞİD’e veya başkasına kolayca bırakılmaz. Hem merkezi Irak yönetimi hem de Kürt bölgesel yönetimi buraya müdahil olacaktır. Nitekim Kürtler Kerkük’ün kontrolünü ele almış gözüküyor, öte yandan IŞİD Talabani bölgesine saldırıyor, merkezi Irak yönetimi ise pazularını göstermeye başladı bile.
Ankara’nın Bağdat’taki Maliki yönetiminin Irak’ı mezhep ve etnik temelli bir parçalanmaya götürdüğünü düşündüğü ve bu yüzden Maliki ile arasının açık olduğu biliniyor. Maliki yönetimi, IŞİD eliyle çıkan bu krizi Şiiler açısından bir fırsata dönüştürmek isteyebilir. Aynı ihtimal Kürt bölgesel yönetimi için de geçerli.
Öte yandan Türkiye açısından meselenin bir de Suriye, bizim Kürtlerimiz bağlamında da Rojava boyutu olduğu unutulmamalı.
Şu an için bölgedeki en büyük tehdit bir Kürt-Arap çatışması. Acaba Türkiye’nin böyle bir çatışmada tarafsız kalma ihtimali var mı?

Yazarın Tüm Yazıları