Tarikatlar siyasete karıştığında...

Gülenciler, seçkin eğitim kurumlarına girmek, mezun olmak ve yükselmek için eğitim sırasında kopya, eğitimden sonra da sicil tahrifiyle her yolu denemiş gözüküyor. Maalesef kolay yükselmeyi hedefleyen geniş kitlenin talebine cevap verecek bir uzun süreli operasyon söz konusu. Bu gibi gayrimeşru gelişmeleri önleyecek tek şey toplumun zihniyet değişikliği, idarede liyakat ve hukuka riayet ve hukuk sisteminden şaşmamaktır.

Haberin Devamı

Bİr aydır Türk toplumu cemaat ve tarikat kavramı etrafında tartışmalar yapıyor.

 

Tekrar belirtmekte yarar var; tarikatlar, Türk tarihinin İslami devirdeki en temel kurumudur. Hiç şüphesiz ki Abdülkadir Geylani gibi, Nakşibendi gibi, Celâleddîn-i Rûmî’nin oğlu Sultan Veled gibi, hatta Kuzey Afrikalı Şeyh Ahmed-i Ticânî gibi İslam coğrafyasının dört bir yanından çıkıp Anadolu’ya uzanan tarikatların Selçuklu ve bilhassa Osmanlı Türkiyesi’nde de yeni dalları çıkmıştır. Niyâzî-i Mısrî’den uzanan, daha öncesinde Üsküdarlı Şeyh Mahmud Hüdaî (sabık Bursa Kadısı), daha eskisi Hacı Bayram-ı Veli, Bünyamin Ayaşi gibi din ulularının etrafında oluşan, yaşayan ve zamanla eriyen tarikatlar vardı. Bazı tarikat önderlerinin çıkışı tartışmalıdır.

 

Haberin Devamı

Mesela tarikatlar tarihimizdeki önemli araştırmalarıyla tanınan ve ‘Osmanlı Toplumunda Zındıklar ve Mülhidler’ ve ‘Kalenderiler’ kitapları gözden geçirilerek yeniden yayımlanan Ahmet Yaşar Ocak Hoca’nın; Babailer ile Hacı Bektaş-ı Veli üzerindeki görüşleri bu ilginç tartışmalardandır.

 

Hatta 15’inci asrın başında Fetret devrinde Emir Musa’nın kadıaskeri olan Şeyh Bedreddin Simavenî’nin görüşleri ve misyonu dahi bugün yeniden tartışma konusu olmaktadır.

 

700 BİNLİK İSTANBUL’DA 330 KÜSUR DERGÂH

 

Tarikatlar bizim hayatımızın vazgeçilmez unsuru olmuştur.

 

Balkan Harbi’nde Rumeli kıtası elden çıktığında Şeyh Bedrettin’in mezarı açılmış, Divanyolu’ndaki bir nevi seçkinler kabristanı olan Sultan Mahmud Türbesi Haziresi’ne gömülmüştür.

 

Tarikatlar, Osmanlı devrinde hem herkesin hürmet ettiği, hatta bunların içinde Mevlevilik gibileri sadece padişahların ya da ayan çocuklarının, seçkin kimselerin bazen dergâha pek fazla uğramadan intisab ettikleri yapılardır. Unutmayalım, İstanbul hayatının ilginç simalarından, Düyun-u Umumiye’de hukuk başmüşavirliği görevini götüren Polonya asıllı Kont Ostrorog’a da çocukken Mevlevi sikkesi giydirildi.

 

Haberin Devamı

Merhum Serhan Tayşi’nin neşrettiği mecmuada (‘Mecmua-i Tekaya’) o tarihte nüfusu 700 bin olan İstanbul’un bilinen 330 küsur dergâhla adeta kültürel, içtimai ve inanç hayatının yönlendirildiği görülmektedir.

 

Bununla beraber zamanla tarikatların görevini yitirdiği, mensuplarını sürükleyemedikleri de bir gerçektir. Halen tartışılan sorun, dergâhlar kapatılınca ne oldu? Bunlar zaten bitmiş miydi, bitirilebildi mi?

 

Asri hayattaki mistisizme ve ferdin tecridine (meditasyonuna) ayak uyduramayan kuruluşların bir aşınıma uğrayacağı tabiidir. Yeryüzünde sırf İslamiyet değil Hıristiyanlığın ve günümüz Yahudiliğinin de cemaatlerle ve tarikatlarla dolu olduğu aşikârdır.

 

Haberin Devamı

KADIZADELERİN AKIBETİ

 

Cemaatler İslam dünyasında temelde son asırlarda ortaya çıkmıştır.

 

Cemaat İslam toplumunda hele Türk toplumunda kabul görecek bir kurum değildir. Selçukiler devrinde Karmatîler vardı. Bu sosyalizme ve hatta Zerdüştlüğe meyyal cemaati Nizâmülmülk feci halde tedib etti. Osmanlı tarihinde Kadızadelileri siyasete karıştıkları için bilhassa 17’nci asırda Köprülü Mehmed Paşa şiddetle cezalandırdı.

 

Siyasete bulaşması kaçınılmaz olan bu gibi kitlelerin gelişimine hoşgörüyle yaklaşılmamıştır. Hatta 19-20’nci yüzyıl dönemecinde ortaya çıkanların durumuna bakarsak İslam dünyasının bugünkü başlıca problemlerinden birinin cemaatler olduğunu söylemek haksız sayılmaz. 

 

Haberin Devamı

1890’larda ortaya çıkan Mirza Gulâm Ahmed Kadiyânî bugün dahi 2-3 milyon taraftarı olan, Britanya’dan Pakistan ve Hindistan’a kadar mensuplarının her yerde yaşadığı bir cemaattir. Ticaretle ayakta durur. Bugün Hindistan’da kalan Kadıyan’da doğan Gulâm Ahmed cihadın kılıçla değil söz ve ilimle yapılacağını ileri sürmüştür.

 

Bu zamanımızda benimsenen bir görüştü. İngiltere’yle arayı hoş tutmak amacındaydı ve mensuplarına kendisinin İslam’ın kıyamete yakın bir zamanda beklediği İsa Peygamber’e en çok benzeyen kişi olarak Mesihliğini telkin etmiştir.

 

Kimse bizim sandığımız gibi saf değil; Britanya yönetimiyle iyi geçinen, mensuplarının da yönetimle iyi geçinmesini kolaylaştıran bir dini lider, hatta kurtarıcı birçok insanın işine gelir. Kadıyaniler, bir ara bağımsız Pakistan yönetiminde bürokrasinin en önemli mevkilerini işgal ediyorlardı.

 

Haberin Devamı

Pakistan Meclisi aslında İslam hukukuna dahil olmayan bir usulle bunların din dışı bir cemaat olduğunu ilan etti ve karar altına aldı. Bununla birlikte Pakistan dışında olduğu gibi içeride de yaşamaya devam edebiliyorlar. 

 

İDAREDE LİYAKAT VE HUKUKA RİAYET

 

Modern Türkiye tarihinde en önemli cemaat Said-i Nursi’nin taraftarlarıdır.

 

Bunun içinden de bölünmelerle ortaya çıkan Fetullah Gülen hareketidir. Dünyada ve yurtta eğitime önem verdikleri görülüyor. Bu eğitim sadece okulla sınırlı değildir, 24 saati içerdiği anlaşılıyor.

 

Hayatın bir bütünü içinde şekillendirdikleri genç insanları bürokrasiye ve orduya sızdırmanın yolunu bulmuşlardır. Seçkin eğitim kurumlarına girmek, mezun olmak ve yükselmek için eğitim sırasında kopya, eğitimden sonra da sicil tahrifiyle her yol denenmiş gözüküyor.

 

Maalesef toplumumuzda kolay yükselmeyi hedefleyen geniş kitlenin talebine cevap verecek bir uzun süreli operasyon söz konusudur. Bu gibi gayrimeşru gelişmeleri önleyecek tek şey toplumun zihniyet değişikliği, idarede liyakat ve hukuka riayet ve hukuk sisteminden şaşmamaktır.

 

Her vilayette açılan devlet üniversitelerinde okuyan binlerce talebenin barınacağı yurtlar hazırlanmadığı için insanlar bu gibi örgütlerin eline düşmektedirler. Yaklaşık 40 gün evvel yaşadığımız facia bu alandaki lagarlığımızın gereksiz ve sınırsız toleransın sonucudur. 

 

Üniversal bir misyon yüklenen bu örgütün bazı ülkelerde kesinlikle kabul edilmediği, ki bunların içinde komşumuz Yunanistan, Bulgaristan, İran ve Arap ülkeleri gelmektedir, söylenmelidir. Başlangıçta başarılı eğitim örnekleri de vermişlerdir, ne var ki zamanla Amerikancı suçlamalarıyla başlangıçta çok iyi yoğun faaliyetler gösterdikleri Rusya’dan dışlanmışlar, Orta Asya cumhuriyetlerinden Özbekistan’da biraz da rejimin sertliği dolayısıyla kapılar kendilerine kapanmıştır.

 

Bağlantılarını kurdukları iş çevreleri içinde kendilerine merbut olanlar bulunduğu gibi işlerini bozduğu gerekçesiyle düşman olanlar da çoktur. Fakat her şey bir yana Türk ordusu ve bahriyesinde yarattıkları tahrip açıktır, bunu mazur görmek mümkün değildir.

 

Seçkin komutanlarını kaybeden bir Türk ordusunun ulusal varlığımız için ne kadar büyük bir tehlike teşkil edeceğinin herhalde farkındayız. Kendini seçilmiş gören, bunun için de herkesten akıllı olduğunu ve her şeye hakkı olduğunu düşünen bir örgütün affedilemeyeceği açık.

 

Ne var ki düzenin geri getirilmesinde hiç ayrılmaması gereken yol da hukuk ve meşru usullerdir. 

 

İlber Hoca öneriyor....

 

AYASOFYA RESTORASYONLARI TARİHİ

 

Fırat Diker, mimarlık hayatına Topkapı Sarayı Müzesi’nde başladı.


Bugün bir vakıf üniversitesi olan Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi’nde mimarlık öğretmeye devam ediyor. Ayasofya ve Topkapı Sarayı onun hayat boyu ilgisini çeken iki eser. Topkapı Sarayımızın ve Ayasofya’nın alt kanalları dahi birbirine bağlıdır. Daha altıncı asırda Ayasofya ilk ciddi restorasyonu geçirdi. Zamanla bunların sayısı arttı. Onun ayakta durmasını sağlayan en ciddi restorasyon Mimar Sinan’ınkidir. Nihayet fetihten sonra eseri yeniden etraflıca aydınlatan, Fossati Biraderler’in Sultan Abdülmecid devrindeki restorasyonudur. Bu restorasyonun önemi Ayasofya üzerinde Fossatilerin hazırladıkları ilk ünlü rapor ve albümün Sultan Abdülmecid Han tarafından bastırılmasıdır. Fırat Diker’in bu eseri Ayasofya’nın mimarisi ve yaşadığı tarih üzerinde kolay okunan derli toplu bilgi veriyor.

 

 

 

 

Yazarın Tüm Yazıları