Şimdi barış zamanı

İsrail’le, Rusya’yla normalleşme... Evvela barış, sonra diplomasi ve politika... Barışın ciddi olarak tehlikeye girdiği ortamda; tabiatın bile bize acımadığı bir dünyada refah ve huzur nasıl mümkün olabilir, anlamak mümkün değil.

Haberin Devamı

14 MAYIS 1948 günü, İsrail’in kurucu babalarından David Ben Gurion, Tel Aviv’deki ofisinin balkonundan İsrail devletinin kuruluşunu ilan etti. İsrail o tarihte Rusya göçmeni, bunun yanında özellikle Baltık ülkelerinden ve Polonya’dan, İkinci Harp’in sıkıntıları içindeki Macaristan ve Romanya’dan, ayrıca başat miktarda değilse de Alman-Avusturya ve Çekya bölgesi Yahudilerinden oluşuyordu. Kravat ve ceketlerinden dolayı Herr Doktor Jacke (Bay Dr. Ceket) olarak anılan Avusturya Yahudileri, Almanya ve Çekya Yahudileri İsrail’in gerçek kurucularıydı. Hukukçular onlardandı; doğal bilim insanları onlardandı.

 

TÜRKİYE İLK TANIYANLARDAN

 

Onların Hayfa’da kurduğu Technion (Teknik Üniversite) bu ülkenin üstün teknik gücünü ve mühendisliğini gösteriyordu. Hatta tarihçiler bile Almanca konuşulan bölgelerdendi. Yeni devleti Batı dünyası tanıdı. Harp süresince Yahudilerle pek çatışması olmayan, hatta Yahudi göçmen kabul eden Franco İspanyası ise tanımadı. Beri yandan, iki çok ilginç devlet, Sovyetler Birliği ve Türkiye, İsrail’i ilk tanıyanlar arasındaydı. 1967’den sonra İsrail devletiyle soğuk ilişki yaşayan Sovyet Rusya’nın ilk tanıyanlardan olması ilginçtir. Hatta sürgündeki New York merkezli Rus-Ortodoks kilisesi değil, Moskova Patrikliği’nin İsrail topraklarındaki Ortodoks Kilisesi temsilciliğini ve manastırlarını ele geçirmesi bundan dolayıdır.

 

Haberin Devamı

Şimdi barış zamanı

 

ÇATIŞMAMIZ MÜMKÜN DEĞİL

 

Türkiye’nin İsrail’i tanımasıysa hep eleştirildi ama bugün artık bunlar unutuldu. Bilhassa Avigdor Lieberman’ın dışişleri bakanlığında, İsrail’in büyükelçimize gösterdiği, devlet protokolüne ve tarihi ilişkilerin ruhuna uymayan kabalık, bunun yanında Cumhurbaşkanı Şimon Peres’e reva görülen ‘One minute’ gösterisi ilişkileri taşırdı. Şimdi başladığımız yere dönüyoruz. İsrail’i şu anda yönetenlerin ve bizim anlamamız gereken bir nokta var: İstesek de istemesek de bilmeliyiz ki ne ticari ne de diplomatik açıdan bu bölgede çatışmamız mümkün değil. Maalesef çok abartılan İsrail diplomasisi bu gerçeği anlamamak konusunda bizdeki bazı çevrelere taş çıkartır.

 

Haberin Devamı

AYNI DÖNEMDE İKİ  BARIŞ HÜKÜMDARI

 

RUSYA-Türkiye dostluğuysa bir tezat gibi görünür ama gerçekte 1878 Berlin Kongresi’nde başlar. Rusya, Türklerle savaşa, kopardığı Panslavist gürültünün zorlamasıyla girişmiştir. Bu bir inatlaşma dönemidir. II. Alexander, savaş çanları çaldıkça pek de uygun bir halt karıştırmadığını anlamıştı. İsteklerinden tavizler vermeye başladı. Mithat Paşa takımı da bu tavizlere rağmen kendi tezinden hiç şaşmamakta inat etti. Berlin Anlaşması imzalandığı sırada Rusya tarihinin en üstün yetenekli, akıllı dışişleri bakanı Aleksandr Mihayloviç Gorçakov “Bu kadar asker, bu kadar para hepsi boşuna” demişti. Homurdanması, Berlin ve Londra’ya yani Bismarck ile Disraeli’ye karşı olmaktan çok Petersburg’a yönelikti. “Bu feci vaziyeti daha önceden görmeniz gerekirdi” diyordu.

 

Haberin Devamı

II. ABDÜLHAMİD VE  III. ALEXANDER

 

II. Alexander suikasta uğradı. 1881’de tahta geçen III. Alexander ise Rusya tarih yazıcılığında ve dışarıda uzun zaman gerici ve dar görüşlü diye damgalanmıştır. Haksızdılar. III. Alexander kendisine resmi çevrelerin verdiği ‘barış arayan’ unvanına layıktır. Kocaman ve perişan Rusya’nın barış içinde çalışıp kalkınmaktan başka çaresi olmadığı açıktı. Aynı dönemde kendisinden çok daha zeki ve aynı düsturun öncüsü bir hükümdar daha vardı. Sonucu hepimiz biliyoruz: II. Abdülhamid ve III. Alexander karşılıklı ziyaretler, sulh gösterileri ve nutuklara başvurmadan, üstü kapalı uzun bir barış dönemine girdiler.

 

 

CUMHURİYET’TE  RUSYA’YLA İYİYDİK

Haberin Devamı


Her iki devletin ulaşım düzeni, sanayileşmesi, eğitim kurumlarının büyümesi, eskiyle mukayese edilmeyecek bir hız içindeydi. Tarihte mutlak benzetme yapılamaz ama 1989 sonrası Rusya ve Türkiye de böyledir. I. Cihan Savaşı’ndan beri birbirine karşı silah çekmemiş, hatta Batı’ya karşı müttefik olmuş iki devlet, uzun ve yorucu Soğuk Savaş döneminden çıkmıştı. Bir neslin ömrü içinde Rusya, Türk teşebbüsü olan fabrikalar ve ticarethanelerle doldu, Türkiye, Rusya’da eğitim görmüş, iş öğrenmiş, çalışmış Türkleri ve Rus gelinleri tanıdı. Rusya ile olan ticaret bazı yıllar ilk partnerimiz Almanya’yı bile solladı.

 

Şimdi barış zamanı

 

İKİ ÜLKEYE ZARAR VERDİ

 

Suriye ile kavgada Rusya’nın kendine göre çıkarları vardır; bunları tasvip etmeyebiliriz ama Türkiye’nin Suriye etrafında kopardığı gürültüde hangi çıkarlarının olduğu ve neleri hedeflediği Davutoğlu’ndan başka hiç kimseye malum değildir. Bu iki ülkenin geniş coğrafyalarında ve sınırsız iç problemlerinde birbirleriyle iş yapıp güçlenmekten başka seçenekleri yoktur. Bunu anlamayanların yarattığı gürültü maalesef Ortadoğu’nun Türkiye’sine ve Kuzey dünyasının önemli gücü Rusya’ya büyük zarar verdi. Şimdi bir araya gelme çabasındalar. 

 

Haberin Devamı

Sonuç şu: Üç tipik devletin, yani Türkiye, İsrail ve Rusya’nın kavgasından herkes nemalanır. Ama geçici barışlarından rahatsız olanlar da çoktur, son olaylara biraz da bu gözle bakmak gerekiyor. Evvela barış, sonra diplomasi ve politika...

 

İLBER HOCA ÖNERİYOR

 

‘SULTANIN PAŞALARI’

 

OLIVIER Bouquet, İstanbul’daki akademik çevrenin ilginç Fransız meslektaşlarındandır. Galatasaray Üniversitesi’nde iki dönem öğretim üyeliği yaptı. Osmanlı tarihini etüt edişinin nedenlerinden biri belki büyükdedesinin kimliğiydi (bu kişi Fransa’nın İstanbul ve St. Petersburg nezdindeki büyükelçisi Maurice Bompard idi). Bouquet, Osmanlı paşaları üzerinde bir tasnifli biyografi denemesi yaptı. İş Bankası’ndan çıkan kitabın kapağında 19’uncu yüzyıl devlet adamlarımızın en ilginçlerinden birinin resmi var: Osmanlı ordusunda daha otuzlu yaşlarda topçu mareşali olan Ahmed Cevdet Paşa.


ENTELEKTÜEL BİR ORDU

 

Ahmed Cevdet elli yıl yaşadı. Astronomi ve matematik konusunda Fransa’da yayınlanan eserleri, askeri tarih konusunda halen kullanılan bir monografisi mevcuttur. Az bilinen bir yönü de İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin kitaplığının onun koleksiyonundan gelmesidir. Arada okuması yazması olmayan alaylı paşalar varsa da 19’uncu yüzyıl ricali seçkin entelektüelleri barındırıyor. Bunları yabana atmayalım. Abdülezel Paşa gibi mirliva rütbesiyle Yunan Muharebesi’nde şehit olan ve topografyayı ezbere bilen bir dâhi de var. Bouquet’nin eserinin 315’inci sayfasına, paşaların dil bakımından yeterlilik çizelgesine bakınız. 282 paşanın içinde Türkçeyi sadece konuşanlar var, anlaşılır. Sadece yazanlar var: Bunlar 17 adet, yani toplamın yüzde altısı. Kostaki Musurus Paşa’nın oğlu gibi Türkçe konuşamayanlar da var.

 

ŞARK’IN UYANIŞI

 

Benim bildiğim kadarıyla Rusya’nın Londra Büyükelçisi Kont Benckendorff da iyi Rusça bilmezdi. Muhtelif etnik gruplardan gelen 19’uncu yüzyıl paşalarının içinde Türklerin artık ekseriyette olduğu görülüyor. İçlerinde Ali Fuat Paşa, Mehmed Emin Âli Paşa, Reşit Paşa gibi dâhilerin yanında Şark’ın uyanışını temsil eden Ahmed Cevdet Paşa, Abidin Paşa gibileri de var. Bu kitapta Avlonyalı Mehmed Ferid Paşa için fazla bir bilgi bulamadım. (O konuda Abdulhamit Kırmızı’ya müracaat etmeli.) Olivier Bouquet’nin hacimli eserindeki sınıflaması ve biyografi taraması ilginç bir başlangıç. Bu gibi çalışmalar bize yeni bilgiler de kazandırabilir.

 

Şimdi barış zamanı

 

 

 

Yazarın Tüm Yazıları