Hülya Avşar

Sinema emekçileri için özel gece

13 Temmuz 2004
Türk sineması ve zor durumda olan sinema emekçilerinin sorunlarının tartışıldığı ‘Hülya Avşar’la Sohbet’in ikinci gününde, telif hakları tartışılıyor. Bu konuda kanunun çıktığı ama mahkemelerin devam etmesinden dolayı henüz tahsilatın yapılamadığı konuşuldu. Eğer açılan mahkemeler sonuçlanır ve telifler ödenmeye başlanırsa, havuzda biriken para hem sinemanın hem de sinema emekçilerinin büyük ölçüde rahatlayacağı ortaya çıktı. Ancak bunun öncesinde acil ihtiyacı olanlar için, bir organizasyonun yapılması da kararlaştırıldı.

Necip Sarıcı: Bence sorunu kökten çözecek olan konu telif haklarıdır. Müzik sektörü bunu çok güzel başardı. Sinema adına telif hakları ne olacak? Bir havuz yapılsa, oraya paralar aksa, bu rakam katrilyonları bulur...

Asaf Koçtürk: Sinema eserinin televizyon kanallarında gösterilmesi ya da o eserlerin dvd, vcd formatında piyasaya çıkması, oyuncuya telif ödenmesi demektir. Bu anlamda kanun çıktı ama daha tahsilat yapılamadı.

Yusuf Sezgin: Niye yapılmadı? Çünkü başta devlet kurumu olan TRT bu işi zorlaştırıyor. Biz de meslek birlikleri olarak tüzel haklarımızı kazandık ve davamızı açtık zaten...

Hülya Avşar: Madem kanun çıkmış, neden tahsilat yapılamıyor bunu bir açıklar mısınız?

Y.S-
Şimdi biz meslek birlikleri olarak tüzel hakkımızı kazandık. Ve bir hukuk bürosu kuruldu. Avukatlar dava açtı. Dava açılmasının sebebi de şu, mahkemelik olduğumuz TV kanalları, ellerindeki filmlerin telifini ödemesi gerek. Diyelim ki ellerinde 160 film var. Bunun telifi de 1,5 milyon dolar tutuyor. Onlar ‘Bu parayı ödemeyiz, 300 bin dolar öderiz’ diyorlar. Yani ön görülen yüzdenin çok çok azını ödemek istiyorlar. Bu yüzden dava açıldı. Şimdi TRT’nin bu konuda öncü olması gerek. Ama onlar ‘Kim hangi filmde oynamış’ gibi uzun bir liste istiyor. Bir oyuncu bunu tek tek çıkaramaz ki. Biz de, ‘Elinizde filmler var, jeneriğine bakın, kimin ne yaptığını, kaç tane filmde oynadığını görünsünüz’ diyoruz. Tabii ki ödeme yapacaklar ama geçmişten bugüne kadar gelen bir gösterim olduğu ve içeride çok para biriktiği için onlar da zaman kazanmak istiyor.

H.A- Parayı ihtiyacı olan oyuncunun kendini televizyonda seyretmesi ve bundan da bir kuruş telif almaması insanın içini acıtır.

Y.S-
İşte TRT bu konuda öncü olup telif ödemeye başlarsa, diğer özel kanallar da ödeme yapacak. Ve havuza para transferi gerçekleşecek. Ancak işin uzaması rahatsız edici bir şey...

A.K- Televizyonların bu işe biraz daha saygıyla yaklaşması, bu anlamda sinemayı desteklemesi, hakların ödemesi, sinemaya önemli bir destek sağlıyacak. Bu üretimi de artıracak ve şu anda konuştuğumuz sorun da ortadan kalkmış olacak.

N.S- Müzik sektörü bunu çok güzel başardı. Şimdi çalınan bir şarkının parası MESAM’a hemen ödeniyor. Uzun yıllar bunun mücadelesini verdiler ama başardılar. Biz sinemacılar olarak çok kafa karıştırdık. Çünkü her kafadan bir ses çıktı. Burada kaybedilmiş katrilyonlar var.

Y.S- Sinemacılar olarak biz de başarıcağız. Kaybedelmiş hiçbir şey ya da para yok. Bu paralar mutlaka alınacak, televizyonlar oynattığı her filmin telifini de ödeyecek.

H.A- Bunun hala gerçekleşmemiş olması bence medeniyetsizliktir. Bir ülkenin ilerlemesini engelleyecek davranışlardan bir tanesi. Bir kanun çıkartıyorsun ama hala bir para girişi yok. Hiç kimse emeğinin karşılığını alamıyor. Bu gerçekten büyük ayıp... Peki, diyelim para toplanmaya başlandı, nasıl bir dağıtım yapılacak?

Y.S-
O paralar oyunculara verilecek. Çünkü her oyuncu iş takip edilsin diye noterden vekalet verdi. Sadece paranın nasıl verileceği kıstası netleşmedi. Yani dakikaya göre mi, görüntüye göre mi verilecek bunlar belli değil. Bunların hepsi, yurtdışındaki örneklere bakılarak tercüme ediliyor. Her şey netleşme safhasında. Sonra bu paralar herkesin banka hesabına aktarılacak.

Kadri Yurdatap: BBC para veriyor mu?

Y.S- Vermiyor, gidiyor bankaya hesabına yatırıyor.

K.Y Hayal konuşuyorsun. Bunlar yok oralarda...

Y.S- Muzaffer Tema, ufacık bir rolde oynadığı halde hala Amerika’dan hesabına para geliyor, telifi ödeniyor.

K.Y- Onu iyi takip edin...

Y.S- Neyi takip edeceğiz? Adam hayatta... Ölmeden önce Feridun Çölgeçen’e de geliyordu.

Kayhan YILDIZOĞLU: Ben yakın şahidim. Feridun’a ölene kadar para geliyordu. Bir kez dekontu bana gösterdi...

H.A- Kayhan Bey siz hem tiyatroda rol aldınız, hem de sinemada. Yıllardır bu mesleğin içinde olan birisi olarak siz neler söylemek istersiniz?

K.Y-
Gerçekten ortada bir dengesizlik var. 45 yıldır bu işin içindeyim. 150 filmde oynadım. Oyunculuk adına geçen bu 45 yıl, benim için bir drama, üzüntü oldu. Ben çok fazla bir şey isteyen bir insan değil. Kumarım, içkim yok. Tek lüksüm müzik ve kitap... Ama ne yazık ki bunlara dahi zar zor yetişen bir insanım. Hiçbir zaman mesleğime leke getirecek bir çizgide olmamaya özen gösterdim. Mesleğimle ilgili her türlü kitapları okuyarak kendimi geliştirmeye çalıştım, herkesten önce zamanında sette oldum, olmaya da devam ediyorum. Benim bütün bu özenime rağmen, ne yazık ki karşılığını alamadım... Aynı şey tiyatroda da oldu. Maddi olarak daha insanca, bir aktöre, sanatçıya yakışır bir yaşam beklerdim. Ancak o kadar gelişi güzel insan, bu mesleğe girdi ve benimsendi ki, bu işte gerçekten bir yeri, emeği olması gereken insanlar geri plana itildi, zor şartlar altında yaşamaya mahkum edildi. Ama şu konuşmalara bakılırsa, benim de telif haklarından ümidim var...

Y.S- Merak etmeyin bu iş çözümlenecek. En geç 2006’da paralar yatırılmaya başlanacak. Her şey tespit edilme aşamasında...

N.S- Ama bu tarihler çok uzun. Şu an acil ihtiyacı olan insanlar var...

Y.S- Biz elimizden geleni yapmaya çalışıyoruz. İhtiyacı olanlar bize dilekçelerini getiriyorlar, biz de bu dilekçeyi Kültür Bakanlığı’na iletiyoruz. Eskiden ufak yardımlar yapılıyordu ama kısa bir süre önce Hayati Hamzaoğlu’na 2 milyar verildi. Fakat bu arada tuhaf şeyler de oluyor. Mesela Kudret Karadağ’ı ben özel bir hastenede ameliyat ettirdim. Ancak kötü hastalık devam etti ve kendisi yeniden ağırlaştı. Ağırlaşınca raporlarıyla birlikte Kültür Bakanlığı’na müracaat ettim. 2 milyar bir para tahsis ettiler. Ancak ne yazık ki bu para Kudret öldükten sonra geldi. Çocukları veraset çıkardılar. 45 gün süreyi aştıkları için banka parayı geriye gönderdi. Sonuçta bunun gibi acil ihtiyacı olan 12 arkadaşımıza daha para istedim. Bakanlık, ‘Herkes raporlarını göndersin’ diye yazı yazdı. Hastalıklarının ne olduğunu sordu. Bu 12 kişi hala bekliyor. Kadri Bey burada, neden bekletildiğini açıklasın. Kültür Bakanlığı’nın yardıma muhtaç sanatçılar için oluşturduğu o fonda, ne kadar para olduğunu, trilyonların olduğunu lütfen açıklasın.

K.Y- Burada bakanlıktan yetkili arkadaş var..

Y.S- Ama sen de komisyondasın.

K.Y- Komisyondayım ama bizi çağırıyorlar, şunlar şunlar var diyorlar. Biz onlara karar veriyoruz. Para çıkıyor, veriliyor. Ancak bu komisyon 6 aydır toplanmıyor.

A.K- Şu anda sinema eserlerinin desteklenmesine dair meclisin gündeminde olan, meclisten geçtiği takdirde birkaç gün içinde yayınlanacak olan bir kanun var. Bu kanun, hem muhtaç sanatçıları hem de tabii ki sinema rojelerine dair bir desteği içeriyor. Dolayısıyla konuştuğumuz konuların hepsi, muhtemelen bu kanunun yürürlüğü girmesiyle birlikte ortadan kalkacak diye düşünüyorum. Çünkü bakanımız sayın Erkan Mumcu, bu işin peşini bırakmıyor.

Y.S- Ama 12 kişi bu kadar bekletilir mi?

K.Y- Sen 12 kişiye yazıyorsun ama oradaki lisetede 150 kişi var.

A.K- Benim bildiğim kadarıyla bu yeni yasa nedeniyle gecikme, verilen rakkamları daha yüksek tutalması düşüncesiyle oldu.

Y.S- Ama adam öbür tarafta bekleyemiyor ki. Adam ölüyor, ondan sonra para geliyor.

A.K- Bir de maliyenin serbet bırakmadığı bölümler var. O nedenle bakanlık muhtemelen ödeyemedi ya da gecikti. Yoksa muhtaç sanatçılarımıza bugüne kadar, sizin müracaatlarınız gittiği anda ödemeler yaptı.

N.S- Hülya Hanım, siz güzel bilgiler aldınız. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Çünkü oyuncularla birlikte kamera arkasından da çok ihtiyacı olanlar var...

K.Y- Üç dernek yöneticisi oturup, gerçekten kimlerin ihtiyacı var teker teker tespit edeceğiz...

Hem konser hem müzayede

H.A- Aslında bir gece düzenlemek istiyoruz. Bu da eşim Kaya’nın fikri. ‘Neden bir araya gelip, ihtiyacı olan emekçilere bir şey yapmıyorsunuz?’ dedi. Bu arada Laila’nın sahibi Şefik Öztek de böyle bir düşüncesi olduğunu söyleyerek bize katıldı. Eylül ayında, içinde müzayedesi olan, konseri olan bir gece düzenlemek istiyorum. Bu geceye başta sinemacı arkadaşlarımız olmak üzere her kesimden birçok insan katılacak. Ve biz o gecenin gelirini, nereye, nasıl vereceğimizi tespit edemiyoruz... En zor nokta da bu zaten.

K.Y-
İşte bunu biz tespit edeceğiz. SODER, ÇASOD ve SE-SAM hem kamera arkasında hem de kamera önünde kaç kişinin gerçekten ihtiyacı var bunları tespit edip, bir liste halinde size sunacak. Kimse açıkta kalmayacak... Ve toplanan o paraya da biz ve Şefik Öztek dahil kimse el sürmeyecek.

Y.S- Ayrı bir hesap açılıp, bir fon ve komisyon oluşturulacak. Derneklerin onayı alınarak, gerçekten kimin ihtiyacı varsa, o fondan onlara yardım yapılacak. Biz SODER olarak böyle bir organizasyon yapmayı planlıyorduk. Toplanan parayı da ihtiyacı olanların emekli maaşlarına eklemeyi düşünüyorduk. Sizin organizasyonunuzda da bu uygulanabilir. Yani bunun adına maaşları iyileştirmek diyelim. Bir emekçi maaşını alır sonra da bu fon hesabından kendisine her ay yine maaş gibi belli bir ödeme yapılır. Sigortası olmayanlar sigortalanır, ödemeleri yapılır. Hastane, ilaç masrafları karşılanır...

H.A- Biz iki hafta sonra bu organizasyonu yapmayı düşünüyorduk. Ama görünen o ki, yetiştiremeyeceğiz. Eylül’e kalacak. İnşallah havalar iyi gider ve bu projeyi gerçekleştiririz.

A.K-
Biz de Kültür Bakanlığı olarak her türlü desteği vermeye hazırız.
Yazının Devamını Oku

Sinema emekçileri adına dev bir adım

12 Temmuz 2004
<B><I>114</B></I> yıllık bir geçmişi var Türk sinemasının... Ve bu 114 yıllık geçmişte, binlerce sinema emekçisinin imzası bulunuyor. Ancak bu renkli, şaşaalı sanat dalının perde arkasında, zaman zaman yürekleri sızlatan manzaralar da yer alıyor. Özellikle ilk kuşak emekçilerin yaşam mücadelesi gözardı edilemeyecek bir gerçek. Kimisi ilacını alabilmek, kimisi emekli olabilmek, kimisi kirasını ödeyebilmek için belli başlı kuruluşlardan ya küçük miktarlarda destek alıyor ya da alabilmek için çaba gösteriyor. Hülya Avşar, bu haftaki sohbetinde Türk sinemasının kanayan yarasına parmak bastı. Avşar, SODER (Sinema Oyuncuları Derneği) Başkanı ve sinema sanatçısı Yusuf Sezgin, SE-SAM (Türkiye Sinema Eseri Sahipleri Meslek Birliği) Başkanı ve yapımcı Kadri Yurdatap, 50 yıllık sinema mazisi olan Lale Film’in sahibi Necip Sarıcı, Kültür ve Turizm Bakanlığı İstanbul Telif Hakları ve Sinema Müdürü Asaf Koçtürk, 150 filmde rol alan Kayhan Yıldızoğlu ile Türk sinemasını ve sinema emekçilerinin sorunlarına nasıl çözüm bulunabileceğini tartıştı.

Hülya Avşar: Sinema emekçileri çok zor şartlar altında yaşamlarını sürdürüyor. Neden Türk sineması ve emekçileri bu kadar istihdama rağmen zor durumda?

Necip Sarıcı: 114 yıllık sinema geçmişimiz var. İlk nesil görevini tamamladı ve hayatta olan birkaç isim var. Onlar bizim son askerlerimiz. Bu son askerler de çok hasta. Kimisi kalp ameliyatı, kimisi kanser tedavisi için mücadele veriyor. Kuruşlarla geçinmeye çalışıyorlar. Ve onlar o kadar onurlu ki kimseyi de bu konuda aramıyorlar. Neden bu sorunlar var? Şimdi yeni gelen nesil, yeni sinemacılar ticareti biliyor, parayı kapmasını biliyor. Çok akıllılar.

H.A- Yani eski sinemacılar akıllarını kullanmadıkları için mi bu durumdalar?

N.S-
Hayır. Bence onlar bu yaşantıyı haketmediler. Çünkü o zamanlar her şey boğaz tokluğuna yapılıyordu. İnanın ufak bir hediye karşılığında filmde oynayanlar bile vardı. O dönemlerde sinemadan çok iyi paralar kazanan, iki yakasını bir araya getiren sinema sanatçısı çok azdı. Sadece biraz akıllı olan ya da aileden durumu iyi olanlar öyle çok zor durumlara düşmediler. Tabii bazı oyuncularımız da az da olsa kazandıkları paralarını iyi kullanamadı. Hepsi gençti... Yediler, içtiler, gezdiler.

Kadri Yurdatap: Durum o kadar da kötü değildi. 1970 öncesi Türk sineması inanılmaz güzeldi. Hem yapımcılar hem de oyuncular para kazandı. Ancak 1990’dan sonra Türk sineması bitti.

H.A- Peki o yıllardan bugüne ne değişti ki insanlar zor durumda kaldı?

K.Y-
Bir filmde en az parayı alan set işçisidir. Şimdi aynı yapıda olan birkaç adam var. Set işçisi olup üç çocuğunu üniversite okutan, evi olan da vardı, parayı alır almaz içmeye giden de...

H.A- ‘Sinema bize bakmıyor’ isyanı doğru değil mi?

K.Y-
Tabii ki belli sıkıntılar var.

H.A- Peki Kültür Bakanlığı’nın sinemaya desteği nedir?

Asaf Koçtürk: 1986’da çıkan bir kanun var. Bu kanunda da adı biraz üzücü olan ‘Muhtaç sanatçılara yardım’ başlıklı bir fon var. O günden bugüne kadar da bakanlığın bu fonundan ihtiyacı olanlara yardımlar yapıldı, yapılmaya da devam ediyor. Bakanlığımız şu an bir kişiye 500 milyon verebiliyor.

H.A- Başka sanat dallarına yardımda bulunuluyor mu ya da ihtiyacı olanlar var mı?

A.K-
Bizim kanunumuzda sadece sinema ve müzik sanatçılarına dair bir hüküm var. Tiyatro ve edebiyat alanında ihtiyacı olan çok fazla kişi yok. Sinemada ihtiyaç daha fazla.

H.A- İşte neden sinemada bu ihtiyaç çok fazla?

A.K-
Sanırım üretimden kaynaklanan bir sorun.

K.Y- 1990’dan sonra hiç film çekilmedi ki.

H.A- Peki bu zor yaşam şartlarının ortaya çıkmasında seks furyasının etkisi oldu mu?

K.Y-
Yok olmadı. Biz o furyayı başka şekilde atlattık. Arabesk veya vurdulu, kırdılı filmler yaptık. Dolayısıyla erotizm bize herhangi bir şey vurmadı.

A.K- Yılda yüz film çekilmiş olsa böyle bir sorun olmazdı.

K.Y- Tabii... En önemli şey üretimsizlik.

H.A- Zaten sanatçılar da sinemanın içinde bulunmak, küçük de olsa rol almak istiyor.

K.Y-
Ama bir de şöyle bir sorun var. Bu sinemanın değil, televizyonun yarattığı bir sorun. Televizyon yeni yüzler istiyor. Seyirci kimden ne geleceğini bilmemeli ki, o filmi seyretsin. Hayatın boyunca belli bir insana o rolü oynatamazsın.

H.A- Sinemaya emek vermenin zamanı mı var?

K.Y-
O seyirciye bağlı bir şey. Öyle bir dönem falan yok tabii ki. Kimi insandan 3 yılda bıkılır, kimi insandan 30 yıl geçse bıkılmaz.

H.A- Yani bu biraz şans işi...

K.Y-
Sinemaya emek vermeye başladığın zaman, para akarken tutacaksın. Aktığı zaman toplayanların hepsi şimdi rahat. Para kazandığı zaman bir kahve açsa, başka bir şeye yatırım yapsa inanın hepsi kurtulur, kimseye muhtaç olmazdı. H.A- Sosyal güvenlik alanında sorun yok mu?

A.K-
Aslında sorun en baştan itibaren başlıyor. Birçok insanın o yıllarda sigorta primleri ödenmiş olsaydı, sıkıntı çeken insanlar yıllar öncesinden emekli olacaktı.

H.A- Şimdi bu yapılıyor mu?

A.K-
1994 yılından beri yapılıyor.

H.A- Bir tek filmde oynayana da yapılıyor mu?

A.K-
Bakın yapımcı, film çekimi süresince figüran dahil herkesi sigorta ettirmek zorunda. Aksi takdirde o filmin gösterimine izin vermiyoruz.

H.A- Ben ondan bahsetmiyorum. Ben gelecek açısından yapılan sigortadan yani emeklilikten bahsediyorum.

A.K-
1993 yılında sanatçı borçlanmasıyla ilgili çıkan bir kanun var. O borçlanmayı yapanların tamamı emekli oldu zaten.

N.S- Olmayanlar da var.

H.A- Emekli olmayan, zor durumda yaşayan ne kadar sinema emekçisi var peki?

K.Y-
Bunu kimse bilemez. Ayrıca bu insanların emekli olması da sorunları çözmüyor. 350-400 milyon emekli aylığı var. Bu neye yeter ki?

H.A- Şehir Tiyatroları oyuncuları ne kadar maaş alıyor?

K.Y-
En düşük maaş 1 milyara yakın.

H.A-
Sinemada niye böyle bir sistem yok?

A.K-
Sinema bu anlamda farklı bir alan. Belki tiyatro ile sanatsal anlamda benzerlikleri olabilir ama sinemayı bir kalıba sokamazsınız ki...

H.A- Sinemayı da bir kalıba sokabilirsiniz. Nasıl Şehir Tiyatroları oyuncuları varsa şehir sinemaları oyuncuları da olabilir...

K.Y-
Yani diyorsun ki devlet sinema oyuncularına da maaş versin ama onlar da özgür bir şekilde çalışmalarına devam etsinler.

H.A- Özgür şekilde çalışmaları şart değil. Devlet onlara belgesel çektirtebilir.

A.K-
Devletin desteği var ama.

H.A- Neden sinema oyuncuları zor durumda ve her gün bir emekçiyi, bir köşede ölmüş olarak buluyoruz?

n Yusuf Sezgin: SODER adına buna katılmıyorum. Üyelerimiz içinde ya da sinema sektörü içinde kimsenin cenazesi sokakta, kimse hastanede kalmıyor. Bir Sami Hazinses olayı var. Dengesiz bir insan olduğu için gazetecilere, ‘Param yok, sokaktayım’ dedi. Emekli maaşı vardı, derneklerden yardım alıyordu, kendi cemaati yardım ediyordu. Yani kimse sokakta kalmıyor.

H.A- Yani sinema oyuncularında zor durumda kalan, ağlayan insanların hepsi kendi hatalarından dolayı zor durumdalar.

Y.S
- Kendi hatalarından kaynaklanan problemler bunlar tabii ki. Bazılarının alkol problemi var, bazıları at yarışı oynuyor. Bazıları da şöyle hatalar yapıyor. Mesela bir dizi film çekilecek. Gidiyorlar, yemeği beğenmiyorlar, parasının hemen ödenmesini istiyorlar. O zaman yapımcı ya da yönetmen ne yapıyor, tiyatrodan oyuncu tercih ediyor. Çünkü onlar daha disiplinli, diksiyonu daha düzgün, zamanında sete geliyor. Burada açık konuşuyor. Kendi hataları da var yani. Ama biz hepsine elimizden geldiğince sahip çıkıyoruz. Bilakis biz birbirimize çok destek oluyoruz...

Aşkların en güzeli

Sinema, canım sinema... Kendi başına bir dünya... Aşık olanların, kendine bir yol bulmak isteyenlerin, delilerin, akıllı olanların, bütün hırslarını kusmak isteyenlerin, dünyayı tanımak, modayı takip etmek isteyenlerin, sabit fikirlileri adam eden, ağlatan ama sonunda hep güldüren bir dünya. Görsel bir kitap gibi... Sinemayı sinema yapan, sinema uğruna onun tüm kahrını çeken oyuncuları, nazik, kırılgan, duygusal, ağlarken gülen oyuncuları altın kafeste korumamız gerek. Hepimizin dünyasını süsleyen, hepimizin benzemek istediği oyuncular olmazsa, sinema olmaz. Onlar olmazsa hayal dünyamız olmaz, kültürümüz olmaz, şahsiyetimiz olmaz... Düşünsenize, ‘Sinema yok... ’ Kalbinizin sıkıştığını hissediyor musunuz? Yani hiç aşık olmamak gibi bir şey bu... Peki ya hiç yoklarmış gibi sandığımız ama oyuncularla ağlayan, onlarla bir vücut olan kamera ve set ekibi... Her birinin yüreği aslan gibi... Anneden, babadan, kardeşten daha çok oyuncusuyla iç içe olan o dünyanın en kıymetlilerine ne demeli? Hepsi birer sabır taşı... Ve ben, hepsini çok seviyorum...

Sevgilerimle
Yazının Devamını Oku

Çekinmeyin meme deyin

6 Temmuz 2004
Türk kadını bırakın meme kanseri konusunda bilinçli olup, mamografi çektirmeyi, hastalığın adından söz ederken bile utanıyor. Meme değil ‘göğüs kanseri’ diyor. Meme kanseri olan ve sapasağlam ayakta duran kadınlar anlatıyor: ‘Meme kanserinden değil, devekuşu gibi davranıp, kontrol olmamaktan korkun!’

Yılda bir mamografi, altı ayda bir de ultrason ve göğüs muayenesi yaptırıyorum. Bir yağ bezem vardı, onu da rahmetli kayınpederim almıştı ama tekrarlayacağını da söylemişti. Tekrarladı hakikaten ama o bile kontrol altında. Hülya AVŞAR

İki mememi de kendi isteğimle aldırdım

Violet AROYO
Yüksek hemşire, Türkiye Meme Vakfı Genel Koordinatörü (Meme kanseri nedeniyle iki memesini de aldırmak zorunda kaldı.)

Yazının Devamını Oku

Erken teşhisi yakalayın kanserden korkmayın

5 Temmuz 2004
Kanser kelimesi beraberinde bir sürü psikolojik tepkiyi de getiriyor. Oysa erken teşhis olanağı olan ‘meme kanseri’nden korkmak yersiz. Ama erken teşhis için de, 40 yaşından sonra senede bir kez mamografi çektirmek şart. Dr. Can GÜRBÜZ

Genel Cerrah, Türkiye Meme Vakfı (MEVA) Başkanı

Meme kanseri kadınların en önemli sağlık sorunlarından biri. En sık görülen kanser çeşidi. Her yıl 1 milyon kadına meme kanseri teşhisi konuyor. Hastalığın bir özelliği ise meme kanseri görülme sıklığının her yıl artıyor olması. Bu oran yüzde 1 ile yüzde 5 arası olmak üzere ülkelere göre değişiklik gösteriyor. Hastalığın artışına rağmen ölüm artışı yok. Bunun başlıca sebebi son yıllarda toplumlarda meme kanseri bilincinin artması ve yapılan erken teşhis çalışmaları. Meme, süt üreten bir organ. İki işlevi var, biri yeni doğan bebek için, türün devamı için süt üretmek, diğeri ise yine türün devamı için, karşı cinse karşı olan cinsel özellik taşıyor. Meme, birçok süt bezinden oluşuyor ve bu süt üreten bezlerde üretilen süt, kanallar aracılığıyla meme başına taşınıyor. Memeyi oluşturan süt bezlerini ve üretilen sütü taşıyan kanalları döşeyen hücrelerin kontrolsüz olarak çoğalmaları sonucu ise meme kanseri oluşuyor.

Tıp hálá tam olarak nedenini bilmiyor, önleyemiyor. Meme kanserlerinin yüzde 90’ı genetik neden içermiyor.

Kanseri önleyemiyoruz ama riskini azaltabiliriz. Zaten elimizde erken teşhis Bu da kadınların biraraya gelerek oluşturdukları güçle artırılabilir. Erken teşhis olanakları yaygınlaştırılmalı. 40 yaşını geçmiş her kadının yılda bir kez mamografi çektirmesi lazım. 40’tan önce ultrason çektirilebilir. 40 yaşından genç kadınların memesinde meme dokusu yoğun olduğu için kanseri göremeyebiliyorsunuz, ultrason daha iyi cevap verir.

Meme kanserlerinin risk faktörleri nelerdir?

Türkiye’de en önemli meme kanseri risk faktörlerinin başında ileri yaşlarda alınan kilolar geliyor. Menopoz sonrası kadın vücudunun en önemli östrojen kaynağı olan yumurtalıklar işlevini yitiriyor ve vücutta östrojen hormonu seviyesi düşüyor. Fakat büyük oranda deri altında bulunan yağ dokuları, östrojen hormonu üretmeyi sürdürüyorlar. Bunun sonucu menopoz sonrası kilolu kadınlarda östrojen seviyesi aynı dışarıdan hormon almaya benzer şekilde yüksek kalıyor. Kadın vücudunun östrojen hormonuna maruz kalma süresi arttıkça, meme kanseri riski artıyor.

Egzersiz yapılması meme kanseri riskini azaltır. İlk canlı doğumun geç yaşlarda yapılması da meme kanseri riskini artırıyor. Alkol ve sigara kullanılması da meme kanseri riskini artırıyor. Buna karşılık haftada birkaç kadeh kırmızı şarap ise meme kanseri riskini azaltıyor. Düzenli alkol kullanan kadınların bir B vitamini olan folat zengin diyetle beslenmeleri öneriliyor. Bu sayede meme kanseri risklerini, alkol kullanmayan ve folat fakir beslenen kadınların seviyesine indirebiliyorlar.

Folat, ıspanak, pazı, marul benzeri yeşil yapraklı sebzeler, limon, portakal suyu gibi narenciye, kuru fasulye, kuru bezelye gibi baklagillerde bol miktarda bulunuyor. Balık, beyaz et çok yararlı. Son yıllarda meme kanserinin artma nedenlerinden biri de teknolojilerin getirdiği bozulmalar, hazır gıdalar. Zeytinyağı tüketmeli, hayvansal yağlardan uzak durmalılar. Her şeyi doğal almalılar. Örneğin Japonya’da meme kanseri görülme sıklığı çok az. Çünkü soya ağırlıklı besleniyor, balık çok tüketiyorlar.

Menopoz sonrası kullanılan hormon tedavisinde meme kanseri riski var mıdır?

Menopoz sonrası hormon kullanılması ile meme kanseri vakalarında yüzde 26 artış görüldüğü yazıldı gazetelerde. Oysa, bahsi geçen çalışmada hormon alan 10 bin kadın grubunda, hormon almayan 10 bin kadına göre 8 tane daha fazla meme kanseri olgusu görülmüş. 10 bin kadın arasında 8 tane kadının daha fazla meme kanserine yakalanması elbette önemli; ama hormon kullanmayan 10 bin kadının da 45 tanesi meme kanserine yakalanıyor. Bundan hiç bahsedilmemiş.

Gelin bunu diğer risk faktörleri ile kıyaslayalım; günde 2 kadeh alkol alınması meme kanseri riskini yüzde 40 artıyor, sigara içmese bile pasif içici olan bir kadının meme kanseri riski yüzde 100 artıyor, 12 yaşından erken adet görmeye başlamak, 14 yaşından sonra adet görmeye başlamaya göre meme kanseri riskini yüzde 20 artırıyor. İlk çocuğunu 30 yaşından sonra doğurmak, 20 yaşından önce doğurmaya göre meme kanseri riskini yüzde 100 artırıyor.

Hangi kadın bu risklerden bir veya birkaçını taşımıyor? Hormon kullanılması da bu risklerden sadece birisi. Menopoz sonrası hormon kullanan kadınların yüzde 20 daha uzun yaşadıkları da bilimsel olarak ispatlanmış bir konu. Hormon kullanan kadınlar daha bilinçli bir grubu oluşturdukları için düzenli meme kontrollerini yaptırıyor, yıllık mamografilerini çektiriyorlar ve meme kanseri gelişse bile erkenden teşhis konuyor ve hormon almayan kadınlardan çok daha uzun yaşıyorlar.

Meme kanserine yakalanan kadınların bu konudaki bilgi eksikliklerini gidermek amacıyla konunun uzmanları tarafından son derece yalın bir dille hazırlanan ve Doğan Ofset tarafından basılan ‘Kadınlar İçin Meme Sağlığı Bilgileri’ adlı kitap, vakıfta satışa sunuluyor.

Dr. Pamir Çetin

ARTAM

(Kadın Sağlığı ve Doğum Uzmanı)


Mamografi doğru okunmalı

Türkiye’de hangi radyoloğa sorsam, biz mamografi çekip, okuyoruz diyorlar. Bunu söyleyenlerin çoğunun sertifikasyonu bile yok. Amerika’daki kontroller insanı sıkacak kadar çoktur. Çünkü bir kanserli kütle mamografide kaçırıldığı zaman, radyoloji bölümü birbirine girer, geçen yıl kim görmedi bu kitleyi diye. Türkiye’de ise ‘Pardon’ derler sadece.

Oysa, mamografi çeken bölgelerin belirli standartı olması lazım. Her modern aleti dükkanına koyan ben mamografi çekiyorum diye ortaya çıkmasın. Bugün dünyada hiç birbirine bağlı olmayan ikinci bir radyoloğa kendi sonuçlarını kontrol ettiriyor merkezler. Ülkemizde eğer 640 milyona bile mamografi çeken yerler varsa, en azından işini doğru düzgün yapmalarını bekleriz, kimse alınmasın. Benim en çok sinirlendiğim laflar, ‘Burası Türkiye, böyle!’ denmesi. Bu açıdan Meme Vakfı’nı hem kesin ve doğru teşhisleri için kutluyorum, hem de uyguladıkları fiyat politikasını takdir ediyorum. İddia ediyorum ki, Türkiye’de okunan mamografilerin yüzde 60’ı yanlış okunuyor. Kadın sağlığı ve menopoz üzerine verdiğim konferanslarda meme hastalıklarının, menopoz döneminden sonraki kadınlarda daha sık görülmeye başlandığını görüyorum. Dünyada, aile hikayesi kanser açısından çok kötü olan genç kızlar, 22- 25 yaşındayken genetik araştırma yaptırıyorlar. Ve sonuç pozitif çıkarsa her iki memelerini de aldırıp protez taktırıp, daha güzel bile oluyorlar. Elle muayenede 1 santimetre ya da 1,5 santimetrenin altında bir kitle bulmaya imkan yok. Ve bu kitleyi bulduğumuzda artık bu kitle yayılmış demektir. Çok şanslı olacaksınız ki, o yayılmasın.

Bu nedenle erken teşhis için 35’i geçtikten sonra ilk mamografiyi yaptırmak lazım. 40’tan sonra ise her sene bir kez yaptırmak lazım. Erken yakalanınca tedavi olasılığı çok yüksek. Böylece bu insanların normal ve kaliteli bir hayat sürmelerini sağlayabiliyoruz. Tıptaki tüm ilerlemeler erken teşhis sayesindedir, unutulmasın.

Kadın sadece göğüs değil

Bu yazıya yorum yapmak aslında biraz fazla gelecek... Kadın olmanın öyle farklı ve değişken özellikleri vardır ki bunlardan bir tanesi olan fiziki görüntü hiçbir zaman diğer özellikleri yok etmemeli bana kalırsa... Allah kadını yaratırken, onu sadece göğüsten oluşturmadı. Dolayısıyla kendimizi sevmek ve yok olan şeylerimizle değil varolan şeylerimizle mutlu olmayı bilmek en büyük olgunluk ve mutluluktur.

YARIN :Meme kanserine yakalanan kadınlar anlatıyor...

Türkiye Meme Vakfı: Tel: 0212.361 71 31 www.memekanseri.org
cgurbuz@doruk.net.tr
Yazının Devamını Oku

Erken teşhisi yakalayın kanserden korkmayın

5 Temmuz 2004
Kanser kelimesi beraberinde bir sürü psikolojik tepkiyi de getiriyor. Oysa erken teşhis olanağı olan ‘meme kanseri’nden korkmak yersiz. Ama erken teşhis için de, 40 yaşından sonra senede bir kez mamografi çektirmek şart.Dr. Can GÜRBÜZGenel Cerrah, Türkiye Meme Vakfı (MEVA) Başkanı Meme kanseri kadınların en önemli sağlık sorunlarından biri. En sık görülen kanser çeşidi. Her yıl 1 milyon kadına meme kanseri teşhisi konuyor. Hastalığın bir özelliği ise meme kanseri görülme sıklığının her yıl artıyor olması. Bu oran yüzde 1 ile yüzde 5 arası olmak üzere ülkelere göre değişiklik gösteriyor. Hastalığın artışına rağmen ölüm artışı yok. Bunun başlıca sebebi son yıllarda toplumlarda meme kanseri bilincinin artması ve yapılan erken teşhis çalışmaları. Meme, süt üreten bir organ. İki işlevi var, biri yeni doğan bebek için, türün devamı için süt üretmek, diğeri ise yine türün devamı için, karşı cinse karşı olan cinsel özellik taşıyor. Meme, birçok süt bezinden oluşuyor ve bu süt üreten bezlerde üretilen süt, kanallar aracılığıyla meme başına taşınıyor. Memeyi oluşturan süt bezlerini ve üretilen sütü taşıyan kanalları döşeyen hücrelerin kontrolsüz olarak çoğalmaları sonucu ise meme kanseri oluşuyor. Tıp hálá tam olarak nedenini bilmiyor, önleyemiyor. Meme kanserlerinin yüzde 90’ı genetik neden içermiyor. Kanseri önleyemiyoruz ama riskini azaltabiliriz. Zaten elimizde erken teşhis Bu da kadınların biraraya gelerek oluşturdukları güçle artırılabilir. Erken teşhis olanakları yaygınlaştırılmalı. 40 yaşını geçmiş her kadının yılda bir kez mamografi çektirmesi lazım. 40’tan önce ultrason çektirilebilir. 40 yaşından genç kadınların memesinde meme dokusu yoğun olduğu için kanseri göremeyebiliyorsunuz, ultrason daha iyi cevap verir. Meme kanserlerinin risk faktörleri nelerdir? Türkiye’de en önemli meme kanseri risk faktörlerinin başında ileri yaşlarda alınan kilolar geliyor. Menopoz sonrası kadın vücudunun en önemli östrojen kaynağı olan yumurtalıklar işlevini yitiriyor ve vücutta östrojen hormonu seviyesi düşüyor. Fakat büyük oranda deri altında bulunan yağ dokuları, östrojen hormonu üretmeyi sürdürüyorlar. Bunun sonucu menopoz sonrası kilolu kadınlarda östrojen seviyesi aynı dışarıdan hormon almaya benzer şekilde yüksek kalıyor. Kadın vücudunun östrojen hormonuna maruz kalma süresi arttıkça, meme kanseri riski artıyor. Egzersiz yapılması meme kanseri riskini azaltır. İlk canlı doğumun geç yaşlarda yapılması da meme kanseri riskini artırıyor. Alkol ve sigara kullanılması da meme kanseri riskini artırıyor. Buna karşılık haftada birkaç kadeh kırmızı şarap ise meme kanseri riskini azaltıyor. Düzenli alkol kullanan kadınların bir B vitamini olan folat zengin diyetle beslenmeleri öneriliyor. Bu sayede meme kanseri risklerini, alkol kullanmayan ve folat fakir beslenen kadınların seviyesine indirebiliyorlar. Folat, ıspanak, pazı, marul benzeri yeşil yapraklı sebzeler, limon, portakal suyu gibi narenciye, kuru fasulye, kuru bezelye gibi baklagillerde bol miktarda bulunuyor. Balık, beyaz et çok yararlı. Son yıllarda meme kanserinin artma nedenlerinden biri de teknolojilerin getirdiği bozulmalar, hazır gıdalar. Zeytinyağı tüketmeli, hayvansal yağlardan uzak durmalılar. Her şeyi doğal almalılar. Örneğin Japonya’da meme kanseri görülme sıklığı çok az. Çünkü soya ağırlıklı besleniyor, balık çok tüketiyorlar. Menopoz sonrası kullanılan hormon tedavisinde meme kanseri riski var mıdır? Menopoz sonrası hormon kullanılması ile meme kanseri vakalarında yüzde 26 artış görüldüğü yazıldı gazetelerde. Oysa, bahsi geçen çalışmada hormon alan 10 bin kadın grubunda, hormon almayan 10 bin kadına göre 8 tane daha fazla meme kanseri olgusu görülmüş. 10 bin kadın arasında 8 tane kadının daha fazla meme kanserine yakalanması elbette önemli; ama hormon kullanmayan 10 bin kadının da 45 tanesi meme kanserine yakalanıyor. Bundan hiç bahsedilmemiş. Gelin bunu diğer risk faktörleri ile kıyaslayalım; günde 2 kadeh alkol alınması meme kanseri riskini yüzde 40 artıyor, sigara içmese bile pasif içici olan bir kadının meme kanseri riski yüzde 100 artıyor, 12 yaşından erken adet görmeye başlamak, 14 yaşından sonra adet görmeye başlamaya göre meme kanseri riskini yüzde 20 artırıyor. İlk çocuğunu 30 yaşından sonra doğurmak, 20 yaşından önce doğurmaya göre meme kanseri riskini yüzde 100 artırıyor. Hangi kadın bu risklerden bir veya birkaçını taşımıyor? Hormon kullanılması da bu risklerden sadece birisi. Menopoz sonrası hormon kullanan kadınların yüzde 20 daha uzun yaşadıkları da bilimsel olarak ispatlanmış bir konu. Hormon kullanan kadınlar daha bilinçli bir grubu oluşturdukları için düzenli meme kontrollerini yaptırıyor, yıllık mamografilerini çektiriyorlar ve meme kanseri gelişse bile erkenden teşhis konuyor ve hormon almayan kadınlardan çok daha uzun yaşıyorlar. Meme kanserine yakalanan kadınların bu konudaki bilgi eksikliklerini gidermek amacıyla konunun uzmanları tarafından son derece yalın bir dille hazırlanan ve Doğan Ofset tarafından basılan ‘Kadınlar İçin Meme Sağlığı Bilgileri’ adlı kitap, vakıfta satışa sunuluyor. Dr. Pamir Çetin ARTAM (Kadın Sağlığı ve Doğum Uzmanı) Mamografi doğru okunmalıTürkiye’de hangi radyoloğa sorsam, biz mamografi çekip, okuyoruz diyorlar. Bunu söyleyenlerin çoğunun sertifikasyonu bile yok. Amerika’daki kontroller insanı sıkacak kadar çoktur. Çünkü bir kanserli kütle mamografide kaçırıldığı zaman, radyoloji bölümü birbirine girer, geçen yıl kim görmedi bu kitleyi diye. Türkiye’de ise ‘Pardon’ derler sadece. Oysa, mamografi çeken bölgelerin belirli standartı olması lazım. Her modern aleti dükkanına koyan ben mamografi çekiyorum diye ortaya çıkmasın. Bugün dünyada hiç birbirine bağlı olmayan ikinci bir radyoloğa kendi sonuçlarını kontrol ettiriyor merkezler. Ülkemizde eğer 640 milyona bile mamografi çeken yerler varsa, en azından işini doğru düzgün yapmalarını bekleriz, kimse alınmasın. Benim en çok sinirlendiğim laflar, ‘Burası Türkiye, böyle!’ denmesi. Bu açıdan Meme Vakfı’nı hem kesin ve doğru teşhisleri için kutluyorum, hem de uyguladıkları fiyat politikasını takdir ediyorum. İddia ediyorum ki, Türkiye’de okunan mamografilerin yüzde 60’ı yanlış okunuyor. Kadın sağlığı ve menopoz üzerine verdiğim konferanslarda meme hastalıklarının, menopoz döneminden sonraki kadınlarda daha sık görülmeye başlandığını görüyorum. Dünyada, aile hikayesi kanser açısından çok kötü olan genç kızlar, 22- 25 yaşındayken genetik araştırma yaptırıyorlar. Ve sonuç pozitif çıkarsa her iki memelerini de aldırıp protez taktırıp, daha güzel bile oluyorlar. Elle muayenede 1 santimetre ya da 1,5 santimetrenin altında bir kitle bulmaya imkan yok. Ve bu kitleyi bulduğumuzda artık bu kitle yayılmış demektir. Çok şanslı olacaksınız ki, o yayılmasın. Bu nedenle erken teşhis için 35’i geçtikten sonra ilk mamografiyi yaptırmak lazım. 40’tan sonra ise her sene bir kez yaptırmak lazım. Erken yakalanınca tedavi olasılığı çok yüksek. Böylece bu insanların normal ve kaliteli bir hayat sürmelerini sağlayabiliyoruz. Tıptaki tüm ilerlemeler erken teşhis sayesindedir, unutulmasın. Kadın sadece göğüs değilBu yazıya yorum yapmak aslında biraz fazla gelecek... Kadın olmanın öyle farklı ve değişken özellikleri vardır ki bunlardan bir tanesi olan fiziki görüntü hiçbir zaman diğer özellikleri yok etmemeli bana kalırsa... Allah kadını yaratırken, onu sadece göğüsten oluşturmadı. Dolayısıyla kendimizi sevmek ve yok olan şeylerimizle değil varolan şeylerimizle mutlu olmayı bilmek en büyük olgunluk ve mutluluktur.YARIN :Meme kanserine yakalanan kadınlar anlatıyor... Türkiye Meme Vakfı: Tel: 0212.361 71 31 www.memekanseri.org cgurbuz@doruk.net.tr
Yazının Devamını Oku

En büyük iki hata: Uyku ve sabırsızlık

29 Haziran 2004
Dünyanın en akıllı insanı Erdal Demirkıran, insanları tembellikle suçluyor: ‘Doğadaki tüm hayvanlar erken uyanıyor. Bir tek insan uyuyor’ diye. Dünyanın en hızlı zayıflayan adamı Halil Kargulu da kızıyor insanlara: ‘Tam vücut dirençleri kırılıp, kilo verecekken vazgeçiyorlar’ diyor.

Hepimiz farklıyız

Erdal Demirkıran

Dünyanın en akıllı insanı

Bugüne kadar kimlerle çalıştınız? Ne gibi örnekler geldi size? Sadece özgüven sorunu değil, uyuşturucu, alkol, sakinleştirici gibi bağımlılıklarla da ilgili çalışıyorum. Eroin, esrar ile ilgili beyinde zedelenme değil de psikolojik olduğu takdirde, bağımlılıkları çözerim. Bırakırsa krize gireceğini, öleceğini düşünüyorsa ben bunu çözerim. Ancak daha çok kitlesel değişimi yani topluluklarla, gruplarla, firma çalışanlarıyla çalışmayı tercih ediyorum. Bireysel çalışmalara artık vakit ayıramiyorum. 140 bin insana bugüne kadar seminer verdim. Zorlu Holding, Tema Vakfı, Eresinler Grubu, İstanbul Emniyet Müdürlüğü, İSKİ, Büyükşehir Belediyesi ve çeşitli hastanelerde personel verimliliğini artırma çalışmaları yaptım.

Yazının Devamını Oku

İddia +İnanç=Başarı

28 Haziran 2004
Erdal Demirkıran ‘5 milyar yıllık bu dünyada, bize verilen 100 yıllık zaman diliminde, 6 milyar insanla birlikte tek bir seferlik yaşam şansımız var. Bu şansı diğerlerine benzemek için harcamayın!’ diyor. Rekor kilo verme denemeleriyle Guinness’e aday Halil Kurgulu da katılıyor ona: ‘Kilo vermenin de, hayatta başarılı olmanın da sırrı inanmak!’

Dünyanın en akıllı insanıyla mı tanışıyoruz? Siz kimdiniz, nasıl bulaştınız bu işlere? Dünyanın en akıllı insanı olarak mı doğdunuz, sonradan mı oldunuz?

Kendi halinde Marmara Üniversitesi’nde İşletme okuyan bir öğrenciydim. O kadar sessiz ve içine kapanıktım ki, belki de sınıfta eli havaya kalkmayan tek öğrenci bendim. Sessizdim, susuyordum. Bir gün ‘Yeter artık, ben niye korkuyorum’ dedim. Ve farkettim ki, ben birilerinin bana gülmesinden, rezil olmaktan korkuyorum. Bir adama 40 gün deli dersen deli olur mantığından hereketle, mantıksal bir zıplama yapmaya karar verdim. Her gün 40 kez ‘Akıllısın’ dedim kendi kendime. Bu madem ki psikolojik bir şartlanma ise ben kendi kendime telkin ettim. İç etkimi oluşturmak istedim dış dünyaya karşı. Bir enayi bulamadım bunu bana söyleyecek! Kaybedecek hiçbir şeyim yoktu! Gitgide çok akıllısın, en akıllısın ve dünyanın en akıllı insanısın demeye başladım. Birkaç ay sonunda buna inandım ve yürüyüşüm bile değişti. O günlerde anladım ki meğer insan tek kişilik bir orduymuş. Toplumsal imajdan sıyrıldım, onların bana biçtiği imajdan sıyrıldım. Ben biçiyorum kendi imajımı. Sonra kendimdeki değişimi görünce bunu bir sistem haline getirip, insanlara da yardımım olabileceğini düşündüm. Kashna öğretisi adını verdiğim bir bütüne ulaştım. Şimdi 5000 kişinin önünde konuşabiliyorum ben! 11 yıl sonra, bu saatten sonra bana 400 sene deli desen de yine olmam, iç etkim oluştu artık. Kaldı ki sadece kendim için değil bu sözlerim, kitabın başlığını okurken bile okuyucuya güven kazandırıyorum. Kitabımı isterken, kapağına bakarken insanlar ‘Dünyanın en akıllı insanıyım’ cümlesini tekrar etmek zorunda kalıyorlar. Daha başından onlara bunu söyletiyorum.

Size gelen özgüvensiz insanlarla nasıl bir çalışma yapıyorsunuz?

Ben insanları kendi maksimumlarına ulaştırmaya çalışıyorum. İnsanların kendi sınırlarını bilmediklerini iddia ediyorum. Beynin iki lobunu birden kullanabilmelerini öğretiyorum. 13 ayrı egzersiz öğretiyorum. Toplam 14 saat, iki gün sürüyor. İnsanların en büyük problemi olarak toplumsal imajı görüyorum zaten. Yaptığım çalışmalarla insanlara değerlilik bilinci oluşturmaya çalışıyorum. Toplumumuzda hedef yok.

Dış etkenlerden, toplumsal baskılardan nasıl koruyorsunuz kendinizi?

Önce bir iç etken oluşturuyoruz. Dış etkenlerden etkilenmemek için önce kendimden etkilenmem gerek. Bakın, ‘Kedi sordu, ‘Ben neyim?’ diye... Bilge fare cevap verdi: ‘Sen bir faresin’... Bir gece fareler birleşip yediler kediyi.’ Yani sen kediyim diye ortaya çıkmıyorsan, yerler fareler seni! Mütevazılık aslında biraz da yalan barındırır. Güneş ben sıcağım derse ukala mı olur, hadi be mi deriz? Ben diyorum ki adam olmanın da, akıllı olmanın da kolay yolları var. Önce iç etken oluşturup, sonra bunu geliştirmeliz. Siz bunu yaptınız. Mütevazı olmanıza gerek yok.

Dünyanın en hızlı zayıflayan kişisi

Nereden aklınıza geldi, bir günde 7 kilo vermek, bir ayda 24 kilo vermek!

Çevremde çok sayıda obez insan vardı. Obezite, iş yaşamını, sosyal olma durumunu tüm hayatı etkiliyor. Bugünkü diyet düzeniyle de bu sorunlarından kurtulmaları mümkün değil. Ben de, insanların zamanının, parasının ve umudunun çalındığını görüp, aksini ispat etmek için bu işe soyundum. Bugün bildik her türlü yöntemi deneyip de zayıflayamamış insanlar başarısız insanlar değil. Onlara doğru ve uygun projelerle yaklaşamayan ezberci zihniyete sahip, çözüm yerine çözümsüzlük üreten sömürü düzeni asıl başarısız olandır.

Ben diyetisyenlerden düzgün beslenmeyi öğrendim. Kalori hesabı yapmasam da, bir gün yemeği abarttıysam, ertesi gün haşlama sebze ve meyveyle atıyorum onu üstümden. Siz de diyetisyen olmak isteğiyle mi başladınız zayıflamanın sırlarını keşfetmeye?

İnsanların gerçekleri görmesine çalışıyorum, diyetisyen olmak gibi bir amacım yok. Ben şu an için sadece yardımcı oluyorum. Para talep etmiyorum, çünkü araştırmalarıma devam ediyorum. Diyetisyenler kendilerini geliştirmek adına hiçbir şey yapmayan, papağan gibi hep aynı şeyleri tekrarlayan insanlardır. Ben diyetisyen kavramına ve diyetlere karşıyım. Hiçbir diyetin işe yaradığına inanmıyorum. Bütün bu kavramlarda başarı oranı %5’tir bana göre. Zayıflayanlar da geçicidir. Bir süre sonra verdiklerini mutlaka geri alıyorlar. İnsanlar hep bir kurtarıcı peşinde koşuyorlar. Birilerinin kısıtlamasıyla kendilerini yönlendiriyorlar. Bu uzun ömürlü olamaz. Ayrıca, insanların kendi potansiyellerini keşfetmelerine de engel oluyorlar.

Guinness Rekorlar Kitabı’na girdiniz mi?

Guinness Rekorlar Kitabı’na Türkiye Guinness Temsilcisi Orhan Kural aracılığıyla 67121 başvuru numarası ve 62787 üyelik numarası ile kaydımı yaptırdım. Ama belgelerde birtakım eksiklikler olduğu için, ingilizce çevirileri tamamlamadığım için henüz orada yer almıyorum. Yoksa ben kitaptaki rekoru çoktan aştım. Rekor şimdi bir günde vücut ağırlığının yüzde 8,6’sını veren bir adamda. Oysa ben bir günde vücut ağırlığımın %10’undan fazlasını verdim. Ben bir günde, 15 günde, bir ayda verdiğim kilolarla, insan potansiyelinin maksimum sınırlarını tespit etmeye çalışıyorum. Noter tasdiklerini bu yüzden alıyorum.

Ağzım var ama konuşamayacağım

Bugünkü sohbet hakkında yorum yapmak istemiyorum. Tamamen sizlerin yorumuna bırakıyorum, çünkü ben de duyduklarım ve okuduklarım karşısında kesin bir inanca varamadım. Haklı olma ihtimalleri de var. Bu sefer ben sizlerin yorumlarını bekliyorum

YARIN

Erdal Demirkıran’dan kendine güveni olmayanlara önerileri...

İnsanlar neden kilo veremiyor, zayıflamanın Halil Kargulu’ya göre sırları neler...
Yazının Devamını Oku

Metroseksüellik bir yaşam tarzıdır

24 Mayıs 2004
Metroseksüeller, doğal göründüğü sürece ‘kaş almaya’ da, ‘tırnak cilalamaya’ da ‘Evet’ diyen erkekler. Cinsel kimlikleriyle ilgili yapılan yorumları umursamıyorlar.Zaten metroseksüelliğin sadece kişisel bakımı değil, bir yaşam tarzını yansıttığını düşünüyorlar. Hülya AVŞAR: Kulağından burnundan kıl fışkıran erkekler var. Hele burnundan kıl çıkan, kesme ihtiyacı duymayan erkekler var! Metroseksüellik gerekli bir şey. Çocukları büyütürken alıştırmak lazım. Metroseksüelliğe ihtiyacı olan çok hanım da var, o ayrı! Erkekler için de, gereksiz kılların alınması, ağda yaptırmak, kaş alınması normal karşılanmalı artık. Kokan ve kıllı erkeklerden kadınlara illallah geldi! Ben ‘Çok kötü kokuyorsun’ diye yüzlerine söylüyorum. Yok oluyorlar ortadan, nefret ediyorum o tür insanlardan. Ders oluyor zaten onlara! Hatta canlarını yakarak söylemeyi tercih ediyorum. Peki ya sizler? Neden kendinizi metroseksüel olarak kabul ediyorsunuz? Normal bir Türk erkeğinden farklı olarak, bakımınızla ilgili neler yapıyorsunuz? Emre GÜNER (Marka uzmanı): 28 yaşındayım. Ben aslında metroseksüelim diye ortaya çıkmıyordum. Ama metroseksüeller tanımlandığında, ben de giriyorum özelliklerimle. Bana göre metroseksüel öncelikle kişisel bakımına, sağlığına, yemesine, içmesine, sporuna önem gösteren, giyimine kuşamına özen gösteren erkektir. Benim titiz olduğum alan kişisel bakım. Ben saçlarıma, şampuanıma özen gösteririm, daha gür, daha parlak olması için. Gündüz kremi kullanıyorum 15 koruma faktörlü. Gözaltı kremi kullanıyorum. Annem ve babam da kendine çok özen gösterirdi, banyoda farklı farklı kremler görmek aşinalık kazandırıyor. 30 yaşından sonra hafif hafif kremlerle başlamak gerekir. Vücut şampuanımı özel seçiyorum. Soğuk duşla çıkıyorum. Losyon kullanıyorum. Manikür pedikür yaptırmıyorum, kendim yapabiliyorum. Bir iki kere yaptırmıştım sadece. Benim ayaklarım güzel. Şu anda elim ve ayağımda kendi halledemeyeceğim bir problem yok. Bunların dışında iki haftada bir masaj yaptırıyorum. Otellerde kalınca SPA’lara gidiyorum mutlaka. Haftada iki kere squash oynuyorum, onun dışında fitness- aerobik yapıyorum. Giyimime özen gösteriyorum. Metroseksüeller marka giyinmeli diye bir şey yok. Ama bu bir yaşam tarzıysa ve markalar bu yaşam tarzını belirliyorsa onları alıyorsunuz. Nihat HATİPOĞLU (Görsel yönetmen): 31 yaşındayım. Eşim benim böyle olmamı istiyor, ben de ona bilgiler ve öneriler verebiliyorum. Ben kendi bakımımı kendim yapmaya çalışıyorum. Yağlı olduğu için cildime özel ürünler kullanıyorum. Sadece gece kullanıyorum kremleri. Manikür yaptırıyorum. Tırnak cilası kullanıyorum. Görüntü olarak hoşuma gidiyor, parlaklık veriyor, sağlıklı duruyor! Zaten kuvvetlendirici kalyon kullanırım. Squash yapıyorum, diyet yapıyorum. Basketbol oynuyorum. Parfümüme dikkat ediyorum. Solaryuma giderim. Turgut REYHAN (Vakkorama Mağaza Müdürü): 37 yaşındayım. Ben herhalde iyi bir metroseksüelim. Bana göre metroseksüel takipçidir. Çıkan ürünleri, parfümleri izlemeli, değiştirmeyi bilmeli. Ben de bunun arayışındayım. Her sabah duş alırım, kullandığım tüm ürünler bütünlük içindedir. Aynı parfüm markasının kremi, duş jeli, losyonu.. Son yıllarda cilt onaran kremler tercih eder oldum. Gece kremi mutlaka kullanırım. Fiziksel görüntümün feminen hale gelmesine müsaade etmeden, doğallığı korurum. Solaryuma giderim. 10 günde bir manikür pedikür yaptırırım. Vücut kıllarını aldırmaya da sıcak bakıyorum. Sadece ense kıllarım beni çok rahatsız ediyor, oraya bazen ağda yaptırıyorum. Mutlaka kulağıma sir ağda yaptırırım. Annem günde üç kez üstümü değiştirirdi, ter kokusuna karşı çok duyarlıydı. Ben de öyleyim. Vücudumu tanıdıktan sonra koltukaltı stickleri bile değil, pudra bazlı ürünleri kullanmaya başladım. Haftada bir kez Shiatsu masajı yaptırıyorum. Rezene, kuşburnu gibi doğal çayları içiyor, kafeinden uzak duruyorum. Ender BALLIKAYA (Manken, öğrenci): 21 yaşındayım. Aslında amacım insanlara güzel görünmek, hatta sağlıktan bile önce! Bu nedenle kendime, yediğime içtiğime dikkat ediyorum. Kuaförüme gidiyorum. Saçımı boyatıyorum, fön çektiriyorum. Metroseksüellikle feminen görüntüyü karıştırmamak gerekli. Erkeksi olup bakımlı ve güzel görünmek gerektiğine inanıyorum. Düzgün kokmadığımı düşündüğüm zaman hayatta dışarı adım atmam. Krem çok fazla kullanmam, sadece vücut kremi ve el kremi kullanırım. Ben henüz pedikür de yaptırmadım. Ama kaş aldırıyorum. Fitness yapıyorum. Kıyafetlerime de çok özen gösteririm özel yaşantımda. Erkekte de dekolte hoşuma gidiyor, yani transparan şeyler ve açık yakalar kullanıyorum. Takı kullanmayı seviyorum.Hülya AVŞAR: Metroseksüellik erkeklerin içindeki kadınsal duyguları açığa mı çıkarır acaba? Cinsel kimliğiniz ile ilgili eleştirileri nasıl karşılıyorsunuz? Turgut REYHAN: Bu kelimeyi doğru adamlarla kullanınca, metroseksüellik kimseyi, hiçbirimizi rahatsız etmez. Ama piyasanın feminen görünen isimleriyle metroseksüellik röportajları yapılınca, yanlış anlaşılmalar oldu. Zaten Türkiye birtakım şeyleri yeni yeni oturtuyor. Tabii metroseksüellikte mevcut görüntünüze ancak doğallık çerçevesinde dokunabilirsiniz. Allah size bir kaş yapısı vermiş, siz onu yolup da kalem atarsanız hoş olmaz. İleri gittiğinizde cinsel tercihinizi fiziğinize yansıtmış olursunuz. Aslında herkes krem kullanıyor, kimi Arko, kimi La Praire kullanıyor ama sonuçta kullanıyor! Biraz da bu kelime jigololuk yapan, piyasada dolaşan insanlarla anılınca insan rahatsız oluyor. Ben mesleğim gereği moda sektörünün içinde olduğum için cinsel kimliğimle ilgili eleştiri almadım. Çok bakımlı olduğum söylenir, bana danışılır parfüm alırken, giyim kuşamda, o kadar! Nihat HATİPOĞLU: Ben evli olduğum için böyle bir sorunum olmuyor. Ama genel olarak arkadaşlarımız takılabiliyor. Fakat benim cinsel kimliğimi bildikleri için o da şaka olarak kalıyor. Diğer insanların ne düşündüklerine gelince, ben kendimi biliyorum zaten! Kaale bile almam! Emre GÜNER: Halk arasında ‘metroseksüellik’ dalga konusu. ‘Aaa... gözaltı kremi mi kullanıyorsun?’ gibi şaşkın sorularla karşılaşıyorsunuz. Temiz ve bakımlı olmanın farkında ve bilincinde olmayanlarsa anlamıyor ve sormuyor bile. Banyoma girdiği zaman şaşıran, dalga geçen kız arkadaşlarım oluyor. ‘Bende bile bu kadar yok! ‘diyorlar. Ama benim için cinsellikle homoseksüellikle ilgili bir kavram karmaşası yaratılmasına ben izin vermiyorum. İnsanlar, daha feminen ve iddialı bir görünümde şüphenebilir. Metroseksüellerin de dereceleri var. Bazı insanlar daha fazla, bazıları daha az metroseksüel. Bu da yaptığınız işle alakalı. Bana göre sınır, benim gözüme güzel görünmesidir. İnsanlar tepki gösterdiği zaman belki vazgeçersiniz, o size bağlı bir şey. Ender BALLIKAYA: Benim ailem hiçbir zaman ‘Sen şimdi saçını boyattın, yarın da başka şey yaparsın’ diye bir sıkıntı yaşamadı, beni biliyorlar çünkü. Homoseksüelliğe kaçar mı diye bir korkuları olmadı. Tabii bir kadının sana bir şey söylemesi gibi bir erkeğin de bazı yorumlar yapıp, teklifler etmesi özellikle bizim mankenlik dünyasında var. Ama bu görüntüyle alakalı değil! Bana homoseksüel yakıştırması olmadı. Zaten ben de öyle bir soruda bir açıklama yapma gereği duymam. Hülya AVŞAR: Benim eşim, en eski metroseksüellerden! Kaya manikür pedikürünü kendisi yapıyor. Gözaltı kremi, vücut kremi kullanıyor. En önem verdiği şey de dirsekler! Nasır tutmuş dirseğe tahammülü yok. Emre GÜNER:Banyoma girdiği zaman şaşıran, dalga geçen kız arkadaşlarım oluyor. ‘Bende bile bu kadar yok! ‘diyorlar. O göz kalemini Kaya’da görmek isterdimHülya AVŞAR: Erkekte gözde hafif siyah sürme benim çok hoşuma gidiyor. Johny Depp’e Karayip Korsanları’nda çok yakışmıştı. Ben de bir çekimde Tamer Karadağlı’nın gözünün altına çok az siyah kalem çektim ve çok güzel durdu. Tabii gerçek bir metroseksüel de olsa, Karadeniz erkeği olduğu için Kaya yapmaz biliyorum ama ben Johny Depp gibi olsaydı, o göz kalemini onda görmek isterdim! Yakıştığı sürece metroseksüellikte her şeye açık olmalısın. Ruj değil ama dudak bakımı olarak parlatıcı sürmek de çok hoş olabilir. Senelerdir allık kullanan erkekler var mesela. Ama ben fondöteni kabul etmiyorum, o ifade değiştiriyor artık. Ağda da yaptırabilirler. Sonuçta ağda, gereksiz kılların alınmasına yardımcı oluyor. Erkekler bugüne kadar çekiniyordu. Metroseksüellik ortaya çıktıktan sonra ‘Dünya varmış’ diyerek sırtlarındaki kılları aldıran erkekler çoğaldı! En seksi şey başarı Hepimize yabancı gelen metroseksüel kelimesi ve yaşam tarzı, eminim ki bir süre sonra herkesin kabul etmek zorunda kalacağı bir şey olacaktır. Bunu maçolukla ya da herhangi bir şeyle karıştırmamak lazım! Bir maço da metroseksüel olabilir. Bakım her zaman ve her yerde gereklidir. Kadınları asıl etkileyen, metroseksüel yaşam tarzı ve bu yaşam tarzının getirdiği başarıdır. Başarı da dünyanın en seksi şeyidir! Atilla Kaya(MOS Erkek Bölümü yöneticisi)Zamparalık yapmazlar! - Özellikle 50 yaş üstü metroseksüeller için kişisel bakımın çok çok önüne çıkan şeyler var. Tabii paran olacak ki metroseksüel olacaksın, başka şansın yok! Metroseksüellik bir yaşam tarzıdır. Son çıkan filmleri izlemek, mesela Da Vinci’nin Şifresi’ni okumak zorundalar. Yaptıklarını da göstermeyi severler. Mutlaka ve mutlaka marka giyerler. Haftada iki akşam erkek erkeğe gece dışarı çıkar ama zamparalık yapmazlar. Hatta zamparalık yapana ‘kütük’ bile derler aralarında. Tabii iltifata, kadınların ilgisine bayılırlar, o ayrı! İsviçre’ye kayağa giderler. Tenis oynarlar. Puro içmezler, kokusundan dolayı. Masaj yaptırırlar. Sürekli yediklerine dikkat ederler. Kaşlarını düzeltirler. Ama çizgi attırmak yoktur gençlerdeki gibi! Saçlarını natürel boyatırlar. Zaten doğallığın önüne geçmemeli yaptıkları bakım. Mutlaka tırnak cilası sürerler. Mesleğe ilk başladığım yıllarda İsrailli müşterilerimiz vardı ve bence gerçek metroseksüeller onlardı, yani yahudiler! Türk erkekleri, kadınlardan değil onlardan göre göre metroseksüel oldular bence. Turgut ReyhanVakkorama Mağaza Müdürüİtalyan tarzını benimsemeli- Çelik saat kullanmalılar. Bu sene pantalon paçaları yığılmayacak, hafif yukarıda olacak, bilek gözükecek. İtalyan erkeğinde olan modaya kaymalılar. Sadece topukta biten, parmak ucunu tutan çoraplar giyilecek. ‘Alayım ama kimse görmesin’ diyenler de oluyor. Oysa bu tür çoraplar yazın çok da hijyenik! Parmak arası sandaletler moda. Derin dekolte tişörtler, erik yeşili, beyaz, doreler, pembeler de moda. Takılarda ise eskitme ipler, boncuklar var. Her şey yıkanmış gibi, eskitilmiş görünmeli.
Yazının Devamını Oku