Duygu dolu bir hikaye

Üzeyir Lokman Çaycı yazar, şair ve ressam olarak tam anlamıyla bir sanatçıdır. Şu anda Fransa’da yaşıyor. Genellikle yüreğimin bir yerine dokunan öykülerini zaman zaman bana gönderir, ben de köşeme almaktan büyük bir mutluluk duyarım.

Haberin Devamı

Kendisi doğup çocukluğunu geçirdiği Bor‘dan bir anısını göndermiş.
Beni çok duygulandıran bu öyküyü, üstelik konu bir kedicik olunca, hemen sizlerle paylaşmak istedim.


Öfkenin bir ucu


Kedimiz Pamuk, ailemizin bir ferdi olmuştu. Fakat karşı komşumuz ondan pek hoşlanmazdı. Sonunda korktuğumuz başımıza geldi, bu adam kedimize zarar verdi.

Pamuk, aile fertlerimizden biriydi. Mahallede oynarken dahi zaman zaman yanımıza gelir, miyavlayarak bize bir şeyler anlatırdı.
Akşamları, günün yorgunluğunu atabilmek için bizim gibi oturma odamıza girer ve yaz günlerinde sehpamızın, kış günlerinde ise mangalın altında uyuklamayı severdi.
Akşamları oturma odamızdayken o sarkan iplerle, makara ve top gibi eşyalarla oynardı.
Eğer yakınlardaysa, ismiyle çağrıldığı zaman bizi bekletmeden gelirdi.
Üzgün anlarımızda önce bizi inceler, sonra kucağımıza oturarak bizi neşelendirirdi.
Komşumuz G. Ağa ise nedense onu hiç sevmezdi. Evinin damına çıkıp indiğinde Pamuk’a bağırırdı.
G. Ağa’nın kendisine hizmet eden bir atı vardı. Onu bile zaman zaman kırbaçlayarak korkuttuğunu görürdük.
G. Ağa’nın küçük, lokantaya benzer, bakkal görüntüsünde bir dükkanı vardı. Sabahları insanlar orada kahvaltı yaparlardı. Ayrıca tulum peyniri, yoğurt ve helva gibi yiyecekler de satardı.
Beni de bu işyerine babam helva ve peynir satın almak için gönderirdi. Doğrusunu söylemek gerekirse G. Ağa’nın hiç gülümsediğini görmedim.
8-9 yaşlarındayken kendi kendime, “Herhalde bu adam bütün insanları kedi veya at gibi görüyor” diye düşünürdüm.
Bu sebeple alacaklarımın isimleri ve miktarları hariç, ne girerken ne de çıkarken bir şey söylemeye cesaret ettim.
Sabahları alışverişe gittiğim zamanlarda diğer müşterilerin de benim gibi dut yemiş bülbül gibi sustuklarını görürdüm.
Sabah ezanı okunmadan önce G. Ağa, sık sık damlarda gezinirdi. Genellikle kamışlardan veya hasırdan oluşturulmuş yer örtülerinin üzerlerine kurutmak için kayısı, vişne ve üzüm sererdi.
G. Ağa bir gün çığlık atarak ortalığı ayağa kaldırdı. Avazı çıktığı kadar bağırıyordu, “Domuz kedi ciğerimi çaldı. Ben sana göstereceğim” diye.
Ertesi gün kedimiz arka ayaklarını sürükleyerek geldi. Pazar günüydü. Ben ağlayarak aileme seslendim, “Kedimizi yaralamışlar. Pamuk yürüyemiyor” diye.
Babam kucağına almak için yaklaşmak istedi. O önce acı acı miyavladı. Sonra G. Ağa’nın evine doğru baktı.
Zorla da olsa geriye dönerek önce balkondan, bahçenin büyük kapısının üzerindeki duvara atladı, oradan da kapının önüne indi.
Giden kedimize gözden kayboluncaya kadar baktık. O günden sonra bir kez olsun kendisini göstermedi bize.
Yaralı kedimizi en son gördüğümüzün üzerinden 15 gün geçti. G. Ağa atıyla, arabasıyla gittiği bağından dönmemişti. Eşi ve kızlarının telaş içerisindeki konuşmalarını duyuyorduk.
Eşi R. Hanım iki kızına: “Babanız çok gecikti. En iyisi haydi hazırlanın da birlikte karşılamaya gidelim” dedi.
Balkonun aşağı mahalleye bakan ucundan da ben yola koyulduklarını gördüm. Bizim kedi de G. Ağa da bir daha geri gelmedi. Sonra G. Ağa’nın bağlarından cansız bedeni getirildi. Biz her şeye rağmen hem ona, hem de kedimize çok üzüldük!
Üzeyir Lokman Çaycı
Bor, 29.07.1979

Yazarın Tüm Yazıları