Bir yazarın mücadelesi

8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü kutlarken, size özel bir kadını tanıtmak istedim. Sevgili okurum, Şerife Gülseçkin’in “Cemal Dayı” adlı güzel öyküsünü sizlerle paylaşmıştım. Biri Çanakkale Savaşı’nı inanılmaz bir açıdan anlatan, diğeri ise Sarıkamış’ı konu alan iki tarihi romanını okuduktan sonra, bu güzel insanın yazar olabilmek için verdiği mücadeleyi de sizlere aktarmak, onu tanıtmak istedim. Ülkemizde ne yazık ki, gerçek anlamda yazar olabilmek, kendini tanıtabilmek çok zor...

Haberin Devamı

Yayıncılar kitaplarımı dağıtmadı

Güzin Abla, ben 53 yaşında, üniversite mezunu, çok uzun yıllardır kamu sektöründe çalışan ve yakında emekli olacak bir kadınım.
Köşenizi ilk gençlik yıllarımdan beri kaçırmamaya çalışırım. Sizden aldığım feyzle sıkıntılı insanlara kendimce yardıma çalışıyorum.
Ayrıca, sokak köpeklerinden çok korkarken, sizin hayvanlara duyduğunuz sevgiyi yüreğimde hissederek bu korkuyu aştım.
Teşekkür yetmez size...
Siz Türk toplumunun Güzin Abla’sısınız. Ben de bir kardeş sıfatıyla sizinle dertleşmek istedim. Sanata, sanatçılara, kalem emekçilerine verdiğiniz değeri bildiğim için yazma cesareti buldum.
Güzin Ablam, ilkokul yıllarımda hikaye türünde yazılarımla başladım edebi hayatıma. 3’üncü sınıfta fark ettim bir şeyler yazdığımı...
Ancak adını koyamadım. Herkesten gizledim suç işliyormuşum gibi. Mezun olacağım yılın ikinci dönemi öğretmenim tarafından fark edildim ama biraz geç kalmıştı.
Dar bir çevrede büyüdüm. İki kardeştik. Ailem medeni ama eğitimsizdi. Sadece iki arkadaşım vardı samimi olduğum. Kalabalıktan hep kaçıyordum. Belki de bu yalnızlık duygusu beni yazmaya itti.
Yazdığım öykülerin kahramanları ile dost olmuştum. Yokluk yıllarıydı. Reklam kağıtlarının arkalarına hikayeler yazardım.
Yıllar geçti, işe girdim, evlendim, çocuğum oldu. Ancak yine kalabalığa karışamadım, kalabalığı sevemedim bir türlü... İşyerinde bile hep yalnız çalıştım. Yalnızlık benim kaderim oldu. Yazdığım hikayeler yalnız yıllarımda dost oldular bana.
Hikayelerim bol sayfalı romana dönüştü ilerleyen zaman içinde. 300-500 sayfalık uzun araştırmalara dayalı, tarihi konulardı yazdıklarım. Öğretmen olan ağabeyim, hayran olduğum tarih bilgisi ile benim yegâne editörümdü.
Ne yazık ki işin en kolay tarafı yazmakmış. Kabuğumu kırıp dışa açılmak istediğimde uçsuz bucaksız bir duvarla karşılaştım. Elimden tutabilecek bir tek tanıdığa dahi sahip değildim. Haklı olarak hiçbir yayınevi adı sanı olmayan bir yazar adayının çalışmasını yayınlamak istemiyordu. Hele belli bir yaştan sonra bunun mücadelesini vermek öyle zordu ki...
Madden zorlanarak da olsa iki kitabımı yayımlatmayı başardım. Facebook sayesinde küçük de olsa bir okuyucu çevresi edindim. Okuyucularım kitaplarımın devamını ısrarla beklediklerini yazıyorlar sık sık. Bu manevi destekle tarihi roman çalışmalarım hız kazandı ve 8 adet kitabım basıma hazır hale geldi. Ancak burada tıkandım.
Yazmaya, ölümüne varım. Ama sonrasına gücüm yetmiyor. Bunları para karşılığında yayınlatmaya kalksam bütçeme göre bir servet ödemem gerekiyor. Kazancım sadece evime katkıda bulunmaya yetiyor. Peki yarım mı bırakayım?
Ben kimseden bir şey istemeye alışkın değilim. Sadece karşılık beklemeden bir “kalem emekçisi”ne sponsor olabilecek bir hayırsevere ihtiyacım var. Veya çalışmalarımı ücretsiz yayınlayabilecek bir yayınevine.
Yayım ve dağıtım konusunda son derece cahil ve kandırılmaya açık durumdayım. Çıkmazlarımdan en önemlisi ise basıma hazır durumda olup maddi imkansızlıktan yayımlatamadığım beş çalışmamın öylece bekliyor olması.
Yazarlar ve şairler daha çok öldükten sonra anlaşılırmış. Ancak, ben öldükten sonra da fark edilmeyeceğim bu şartlarda. Oysa büyük emeklerle tamamladığım çalışmalarımın okul öğrencilerine bile çok faydalı olacağına inanıyorum.
Biliyorum çok geç kaldım ortaya çıkmak için. Ama yine de “hiçbir şey için geç değildir” sözünü yüreğime nakşetmek arzusu duydum.

serigul@hotmail.com

Yazarın Tüm Yazıları