Samatya'da büyüdüm bizim hep 6 bayramımız oldu

Tarihler boyu vazgeçilmeyen mücevher merakı; tutkusu, albenisi, güzelliği, çekiciliği ile hep var ve var olmaya devam edecek bir tutku. Eserlerinin güzelliğine, insani vasıfları kadar hayran olduğum bir gönül ustası Sevan Bıçakçı bu hafta sayfamızın konuğu.

Haberin Devamı

Samatya’da yokluklarla geçen çocukluğunun, çıraklıktan kalfalığa geçiş yolculuğunun emekle harmanlandığı yıllarını dinledim.
Özlediğimiz din kültürlerinin barışmasını gördüm... Topraklarımızın zenginliğini, her dilden, her dinden insanlığın güzelliğini gördüm onda...
Onun Paskalya Bayramı’nın benim başımın üzerinde yeri olduğu kadar, benim Kadir Gecemin, Miraç Kandilimin yeri ve değeri var onda... İyi bir dost, iyi bir eş, iyi bir baba ve “hâlâ kalfayım, hâlâ çırağım” diyen acayip bir yaşam ustası o...
Dünya starlarının üzerinde parlayan eserlerini zorla anlattırmaya çalıştığım, bir o kadar da gerçek ve mütevazı...

Samatyada büyüdüm bizim hep 6 bayramımız oldu

Haberin Devamı

◊ Tasarımlarında farklı kültürleri buluşturuyorsun… Farklı kültürlerle tanışman nasıl oldu?
- Çok geriye, çocukluğuma gideyim. Samatya’da doğdum ve büyüdüm. Bizde iki bayram değil altı bayram vardı. Bizim Ermenilerin doğuş bayramı dediğimiz Dznunt, paskalya dediğimiz Zadik Bayramı, Şeker ve Kurban Bayramı, Musevilerin Şavot ve Purim Bayramları.
Dolayısıyla bir bayramdan çıkıp diğerini kutlayan bir apartman dairesinde büyüdüm. Gerek Samatya’da gerek Kapalıçarşı’daki komşularımız; Müslüman, Ermeni, Rum ve Musevi’ydi.
Onların dolaplarında paskalya, bizimkinden de kurban eti eksik olmazdı. Gül Teyze, Erbinar Abi, Arto Amca ve Yorgo…
Biz bu komşularımızla dost halindeydik. Akrabamız evde olunca nasıl annemin yüzü gülüyorsa komşularımız gelince de yüzü öyle gülerdi.

◊ Samatya’nın tarihi yarımadaya yakın olması peki seni nasıl etkiledi?
- Kapıdan çıkıp 7 adım attığımda Yedikule Surları, 14 attığımda Topkapı Sarayı, 28 adım attığımda da Ayasofya’ya ulaşıyordum. Yürüme mesafesinde o İstanbul’un tarihini bütün DNA’na ve dokuna alıyorsun. 7/24 bu dokuyu yaşıyorduk. Alttan alta vücuduma bu doku işlendi.

EN ÇOK İLHAM VEREN ŞEHİR

◊ İstanbul’dan başka hangi dünya şehri bu kadar ilham verici olabilir?
- İstanbul’un derin zenginliğine en yakın örneklerden Roma’yı görmüşlüğüm var. Kahire ve Kudüs de müthiş yerlerdir, ama oraları üstünkörü görüp ilham alabileceğime pek inanmıyorum. Hiçbir yer Türkiye ve İstanbul gibi içime işleyemez.

Haberin Devamı

Samatyada büyüdüm bizim hep 6 bayramımız oldu

ÇOCUKKEN BİR MERCEDES ÇARPSA DA ZENGİN OLSAM DİYE HAYAL EDERDİM

◊ Samatya’da nasıl bir çocukluk geçirdin?
- Samatya’da çocuk olmak müthiş bir şeydir. Üzerine bir de Samatya’da delikanlı olmayı ekledik. Bugünün az bir parasıyla neredeyse deniz gören bir evde yaşıyorduk. O zamanlar apartmanlar yeni yeni yapılıyordu.
Okulumuz Sahakyan Nunyan, yüksekte kalan, pencerelerinden deniz gören bir yerdeydi.
Orada 5. sınıfa kadar okuyabildim. 44 yaşına gelince ve aradan bu kadar zaman geçince insanın anıları hep Samatya üzerine oluyor.
Çocukluğunu özlüyor insan. Buradan oraya bakınca “Ne kadar şanslı bir adammışım” diyorum.
Çocukken bu tarafa bakınca “Ne zaman bana bir Mercedes çarpacak da zengin olacağım” düşüncesi oluyor.
Şimdi baktığımda ne kadar zengin bir çocukluk yaşadığımı düşünüyorum.

◊ Çocukluk arkadaşlarınla görüşüyor musun? Senin gibi arkadaşların da mesleklerinde parlayan insanlar mı?
- Yüzde 80’i ile görüşüyorum. Arkadaşlarımın yarısı yurtdışında yaşıyor.
Ben bayrağı biraz daha medyatik dalgalandırdığım için sanırım daha ön plandayım.
Bugün hâlâ o arkadaşlarımla görüşüyorsak, hayatına yapmacık insan sokmayı sevmeyen biri olarak söylüyorum hepsinin içinde parlaklık var.
Mat gibi gözüküyor olanların içinin parlaklığını da iyi bilirim. Hepsi müthiş yetenekli ve güzel insanlar. Onlar için Sevan Bıçakçı yok Sevan var.
Bu altyapıyı sağlayan şeyin adına Samatya mı deriz, güzel anne-babanın güzel çocuklarının çok denk geldiği bir semt mi deriz bilmiyorum.
Çünkü onların mamaları, babaları, büyükanneleriyle bizimkiler de arkadaştı.

Haberin Devamı

BİZDE PATRON YOKTUR USTA VARDIR, OXFORD’A YAZILMAK BU USTANIN YANINA GİRMEKTEN KOLAYDIR

◊ İlkokul 5. sınıfa kadar okudum dedin… O dönemde mi çalışmaya başladın?
- Evet. Bu bizim Ermenilerin kaderidir. Üçüncü sınıftayken başladım. Zaten 9-10 yaşlarında Kapalıçarşı’yla tanışırız. Ya da zanaat ilgili yerlere yönleniriz. Terzi çırağı da olabilirsin kaportacı çırağı da. Günün sonunda biz patron bilmeyiz usta biliriz.

◊ Biz patron bilmeyiz, usta biliriz ne demek?
- Bizde usta vardır. Patron kelimesi bizim hayatımızda yoktur. Ancak filmlerde görürüz.

◊ İlk çırak olduğun zamana gidelim… Kimin yanında çalışmaya başladın?
- Bir ara Ohannes Usta ile çalıştım. Sonra hayatıma yön veren ve ustam olan Hovsep Çatak’la çalıştım. Hayatımın büyük öğretmenidir o.

◊ “Onun yanında çalışmak Oxford’a kabul edilmek gibiydi” demişsin…
- O yaşta usta yanına girmek, ustanı annenden babandan daha fazla görmek demek. Mamanın, babanın rolüne soyunan ustan haliyle senin rol modelin haline geliyor. Bugün kapıyı parmağımın boğumuyla çalmaktan tutun da içeri güler yüzlü girerek hoş geldiniz demeyi bile ustamdan öğrendim.
Bana mamanın ve babamın öğreteceği birçok şeyi ustamdan gördüm. Çünkü bütün günüm onunla geçiyordu. Okuldan çıkıyordum bazen akşamları gidiyordum, onun dışında cumartesileri gidiyordum.

◊ Harçlığını da ustandan mı alıyordun?
- Küçük bir para alırdım ondan. Ustamdan aldığım harçlığımı eve götürürdüm.
Aileden harçlık almayı Samatyalılar çok bilmez. Maddi durumu iyi olan ailelerde vardır o sadece.
Babam sadece 12 tane otobüs bileti parası verirdi. Mamam da sefertasımı. Bir de babam ocak ayında ufak bir para verirdi.
Ne olur ne olmaz parasıydı o. Ama parayı harcayıp harcamadığımı martta kontrol ederdi. O parayı harcayamazdın. 6 bileti dükkana giderken kullanır kalan 6 bilet parasını harcamaz eve yürüyerek dönerdim. O kalan 6 bilet parasıyla hafta sonu arkadaşlarımla gezerken içeceğim kahvenin parasını çıkarırdım.

◊ Çıraklık, kalfalık ve ustalığın tarifini yapar mısın?
- İnşallah bir gün kalfa ve usta olacağım. Çıraklığım hâlâ devam ediyor. Öğrenmek bizim meslekte o kadar sonsuz bir iş ki… Çıraklık hiç bitmeyen bir şey. Bir yüzüğü yapmanın 10 değişik formülü vardır. Biz en güzelinin peşindeyiz. Bunun da başka yolları vardır. Her yüzüğün önünde oturup bir gün düşünüyorsan hâlâ çıraksındır. Ben hâlâ çırak olduğumu biliyorum ama insanlar bana ustalık unvanı verdiler. Allah onlardan razı olsun.

Haberin Devamı

RAMAT NEDİR BİLİR MİSİN USTANIN YAZLIK PARASI ONDAN ÇIKAR

◊ Usta-kalfa ve çırak hiyerarşisi nasıl oluyor?
- Çırak, o dükkanda çalışmaya başlayan en son, en küçük ve işi bilmeyen kişidir. Dükkana çırak geldiğinde ondan daha tecrübeli kişi kalfa olur. Kalfa olursan eğer dedikodun hemen yayılır. “Kalfa oldun, artist mi oldun” bile denir. En büyük hayalimiz kalfa olmaktır. Ustalık zaten bambaşkadır. Kapalıçarşı’da o muhteşemler yüzükler küçücük, kuş yuvası kadar bir dükkânda yapılırdı.
Eskiden dükkanlarda musluk filan yoktu. Dışarıdan bidonla su taşırdık. Sonra o suyu dükkanda musluklu bidona dökerdik. O musluklu bidondaki su ile tezgahta çalışan ustalar ve kalfalar ellerini yıkarlardı. Elde kalan toz aşağıda bir kovada biriktirilirdi.
Giderimiz yoktu ama yine o kova dökülmez süzdürülürdü. İçinde kalan tortu da bir tür geri dönüşüm olurdu. Tezgahta çalıştığımız altın, gümüş neyse o tortunun içini birikirdi. Bulamaç gibi olurdu. O bulamacı süzdürerek içindekileri yıl sonunda alırsınız. Buna ramat denir. Sene sonunda ustanın yazlık parası onun içinden çıkardı. Yerlerde de bir yükseklik vardı. O yükseklik arasına altın tozları birikirdi. Onları da süpürürdük.
Senede bir ramat yaptığımızda o kovanın içinden 100-150 gr altın çıkardı. Bu da dükkanın sene sonu bereketiydi.

Haberin Devamı

Samatyada büyüdüm bizim hep 6 bayramımız oldu

SAAT 06.30’DA OTOBÜSE BİNERSİN YOKSA 200 METRE KUYRUĞA KALIRSIN

◊ Çırak olduğun dönemlerde görevin neydi?
- Ustanın işe gelme saati 08.30’dur. Çırak 07.30’da dükkanı açar. 35A Kocamustafapaşa-
Eminönü otobüs hattıdır. 35C de ise Taksim’e gider. İkisinin durağı arka arkayadır. Sabah 06.45’te ikisinin de 200 metreyi bulan kuyrukları vardır. 06.30’da gidersen kuyruk 30 metredir.
Eğer 200 metrelik kuyruğa yakalanırsan dükkana yetişemezsin. Otobüse binersin ve Kapalıçarşı’nın Beyazıt Kapısı’nda inersin. 07.30’da dükkanı açar, çay demler, bahsettiğim o suyu süzer, tezgahı toplar ve ortalığı silersin.
O dönemlerde çeşme Mahmutpaşa’nın oradaydı. Tüm çarşı kullanacağı suyu oradan doldururdu. Ustan gelmeden önce su doldurman gerekliydi. Fakat 08.30’da çarşı açıldığını için çeşmede çok sıra olurdu.
Suyu 08.30’dan önce doldurman lazımdı. Usta gelince önce bidonu kontrol ederdi. Sonra tezgaha ve çaya bakardı. Çırak hepsini yapınca usta tezgaha otururdu.

◊ Usta tezgaha oturunca sen ne yapardın?
- Usta ve kalfa tezgaha otururdu ama çırak oturamazdı. Tezgahın başında ustayı seyrederdim. Bir, iki, üç, dört, beş sene...
Bir çırağın işi, ustasını seyretmektir. Çok yakından seyredemezsin usta kızar, çok uzaktan da göremezsin.

USTA OTUR BAKALIM TEZGAHA DEDİ Mİ EVE EKMEK GÖTÜRMEYE BAŞLARSIN

◊ O kadar sene sadece seyrediyorsun… Peki çıraklığın nasıl bitiyor?
Bir gün usta o özel cümleyi kurar: “Otur bakayım tezgaha”. Tezgaha oturmayı başardığın ve ustanın gözüne girdiğin anda evine ekmek götüreceğin bir noktaya geliyorsun. Benim ustam çok özel bir insandı.
Tezgaha oturduğun ilk an çok önemli. Kendin de ne yapacağını bilmiyorsun çünkü. Beni ilk oturttuğunda o zamanlar harfli yüzükler vardı çok meşhurdu. Bizim usta da çok iyiydi piyasada.
İlk yaptığım iş harfli yüzük oldu. Önce kesmemi istedi. Hiç kesmediğim halde baktım testere kendi kendine gidiyor ve harfi çıkartıyorum. Zorlandım ama sonrasında bu işi 126.kez yapıyormuşum gibi hissettim.
Seyretmenin önemini o gün anladım. Bugün bizim dükkanda hâlâ böyledir. Çırak gelir ve seyreder.

◊ Çıraklıkta başka ne önemlidir?
- Güven çok önemlidir. Mesela bugün kim kime maddi değeri yüksek olan bir şey emanet eder? Ben 10 yaşındayken ustam bana emanet ediyordu.
Maden bir kömürün içinde erir. İçerisine çalıştığımız bütün madenler toplanır.
Bu harlı bir ateşte ayarına göre 800 ya da daha yüksek bir derecedeki alevin içinde erir. Bunu sana verir “Git bunu erit” der. Bir külçeye dökersin, o külçeyi alır silindirden geçirirsin ve onlarla çalışırsın.
Çırak için el işçiliğinin başlangıcı budur. O yaşta senin eline o potayı verir. Sen o sırada titrersin. 500 gr altın vardır elinde. Tutma şekli bile vardır.
Avucunun içerisinde üzerini kapatırsın, bir tası vardır tası da elinde tutarsın. Önüne bakarak, koşarak ocağa gidersin.
Elinden biri çalabilir. Daha çocuksun. Güvenin zirvesidir bu. O sistem de hâlâ burada geçerlidir.
Belirli mesafesi vardır oradan ustayı seyredersin. Dirsek çürütmenin bizdeki karşılığı işte budur.

Samatyada büyüdüm bizim hep 6 bayramımız oldu

USTAMDAN İLK TOKADI NEDEN YEDİM BİLİYOR MUSUNUZ

◊ Ustandan hiç tokat yedin mi?
- Hiç unutmuyorum bir gün ustam haftalık dağıtacaktı. Bana bir para verdi. “Bunu hemen bozdurup gel” dedi. Daha işe başlayalı 2 hafta olmuştu.
Dükkana döndüm “Usta bozduramadım” dedim. Güzel bir tokat yedim. Ki babamdan yememişim. “Bir daha bozduramadım diye bu dükkana girmeyeceksin” dedi. Hayatımdaki en ilginç derstir.
O tokat bana o kadar çok şey öğretti ki. Bir işi halletmeden gelmemenin önemini anladım. Sonra 20 dakika geçti ve ben hâlâ bozduramadım yine tokat yedim.
Hızlı olmam gerekiyordu. Mucize bekliyor senden.
Bir süre sonra “Bozuk var mı” diye sorup durmaktan kimde bozuk para olabileceğini yüzünden anlar hale geldim.

◊ Peki bu olayı ailene anlattın mı?
- Yok canım. Söyleyemezsin ki. Babama “Ustam bana tokat attı” desem bir de üzerine babam bana tokat atar, “Gelip bana ustanı şikâyet ediyorsun” diye.
Eti senin kemiği benim düşüncesi.
Ama çıraklıkta o eğitimi almasaydım bugün bu noktada olamayacağımı biliyorum.

BİR YÜZÜK KAÇ AYDA ORTAYA ÇIKIYOR?

Hikâyeden karalamaya, karalamadan detaylı çizime, çizimden de üretime geçeriz. Üretim aşamasında, türlü denemelere rağmen aşamadığımız teknik bir engele takılmamız halinde devreye girer ve mümkünse yeni bir yön belirlerim. Bir yüzük üç-dört ay arası bir sürede ortaya çıkar. Bazen yeni bir teknik olgunlaştırma heyecanıyla deneme-yanılma serüvenine bir türlü nokta koymak istemeyiz. Bir de bakarsınız, “Oh, nihayet bitti” dediğimiz noktada başlangıçtan o yana seneyi, hatta seneleri devirmişiz. Bu tür çalışmalara ne fiyat koysanız saçma gelir. İster istemez koleksiyonumun satılık olmayan parçaları arasına eklenirler.

BİZ SERVETİMİZİ BEYNİMİZDE, ELİMİZDE, DİLİMİZDE TAŞIRIZ

Ermeniler dünyanın dört bir tarafına şu ya da bu sebepten dolayı dağılmış haldeler. Ansızın yer değiştirmenin olağanlığı bizleri genel olarak cebimizde, derimizin altında, beynimizde, elimiz kolumuzda taşıyabileceğimiz mesleklere yöneltiyor olabilir.
O durum için zanaat biçilmiş bir kaftan. Gittiğin her yerde hawyata tutunmanı sağlayacak bilgi ve becerinin tamamı derinin altında, seninle birlikte hareket halinde.
Ermenilerin kültüründe işçilik ve detay önemli yer kaplar.
Uğraşılmamış, ayrıntıları ince ince dokunmamış işe burun bükerler genelde.

Samatyada büyüdüm bizim hep 6 bayramımız oldu

BEN SAATİ, ZAMANI GÖSTERSİN DİYE DEĞİL, DURDURSUN DİYE YAPARIM

◊ Saat koleksiyonu hazırladığını duydum…
Evet. İlk ortaya çıkışından bu yana altı seneden fazla bir süre geçti. İlk meyveleri yeni ortaya çıkmaya başladı. Son derece kaliteli İsviçre makineleri barındırmalarına rağmen, benim saatlerimin derdi zamanı göstermek veya hatırlatmak değil, bilakis zaman kavramını muğlaklaştırabildikleri ölçüde anın değerine gönderme yapmak. Zamanı yavaşlatmak türlü güzel sürprizin kapısını aralamanın başlangıç noktası.
Hayalim 2017’de sayıyı 40 civarına getirip müthiş bir sergiyle saatlerimi dünyaya tanıtmak.
Saat koleksiyonuyla ilgili bir kitap teklifi de aldım. Sergiyle birlikte bir kitap hazırlığımız da olacak.

İNSAN DOĞAYLA BAŞ BAŞA KALINCA BÖRTÜ BÖCEĞİ YÜZÜKLERE KONDURUYOR

◊ En çok neden feyz alırsın? Tarih, mitoloji, mimari…
- Attığım her adım, gördüğüm her nesne içimde bir duygu, kafamda bir düşünce yaratmaya yetiyor. Evet, algı ve esin yağmurunun kaynağı doğa ve kültür olarak iki ana bölümden oluşmakta, ama birini diğerine tercih etmem söz konusu değil.
Sonuçta ben de duygularını mücevher üzerinden ifade etmeye çalışan biriyim. İstanbul’da, özellikle Kapalıçarşı çevresinde geçen gündelik hayat katman katman bir tarihi ve nice efsaneyi işim üstündeki etkili kılarken, doğayla baş başa kalmak börtü böceği yüzüklere konduruyor.

◊ Taklit konusunda ne düşünüyorsun?
- Kendi buluşum olan taş içi üç boyutlu görüntü oluşturma metodunun 75 ülkede patentini alarak koruma altına aldım. Bu metodu dünyada benden başka uygulayan yok. Tek hak sahibi benim. Taklit edilirsek hukuki yollara başvuracağımdan kimsenin şüphesi olmasın.

VARLIKLI BİR DOSTUM OĞLUM YANINDA NE ÖĞRENECEK DEDİ

- Bir gün bir dostum, oğlunu üç ay çırak olarak yanıma vermek istediğini söyledi. Kabul ettim. “Oğlum burada ne öğrenecek” dedi. Üç ayda zanaat öğrenemez ama gariban çırakla aynı yemeği yemeyi, çırağın 3 lirayı dönere verirken ki elinin titremesini, cipiyle 20 dakikada gittiği yolu otobüsle iki buçuk saatte gitmeyi, yağmurda otobüs beklemeyi, öğreneceğini söyledim. Kabul etti, oğlu yanımda hayata dair çok şey öğrendi. Hâlâ beni gördüğü yerde ustam diye elimi sarılır.

SEVAN BIÇAKÇI NASIL DÜNYA MARKASI OLDU?

◊ Sevan Bıçakçı markasını kurduktan sonra dünya sana ne zaman göz kırptı?
- Dükkanı borçlarla açıp sonra o borçları ödeyerek yükselmeye başladık. O dönem, her şeyin çok birbirine benzediği ve satan bir ürünü taklit etmek üzerine herkesin çalıştığı bir dönemdi.
2002’de ezber bozarak, altını, gümüşü karıştırarak, eskiterek, padişah tasarımları yaptım. Hatta insanlar benimle dalga geçiyordu “Kim ne yapsın bunları” diye. Benim sevdiğim şeyleri, birileri de sevdi. İnsanlar sevdikçe duyulmaya ve merak uyandırmaya başladık.

◊ Tasarımlarında dine de yer veriyorsun. Nelerden etkileniyorsun?
- Mesajı sevgi, iyilik ve öğreti üzerine olan her şeyin arkasındayım. Nazar, kapılar açma üzerine gibi. Örneğin Esma-ül Hüsna kendi başına çok büyük bir ansiklopedi. O 99 ismin her biri ansiklopedi. O kadar derin ki...
Ben bu resmi sadece bir yüzük, kolye, küpe haline getirip insanlara taşıyabileceği şekle getiriyorum.
Bunu sevdirebiliyorsam da ne mutlu bana. Bendeki bütün mücevherlerin çıkış şekli “Ben kadın olsam bunu takardım”’ üzerinedir.

 

 

 

 

Yazarın Tüm Yazıları