Türkiye’nin yeri

TÜRKİYE-Avrupa Birliği (AB) ve ABD ile ilişkileri ne zaman gerginleşse, ‘Türkiye’nin yönü ve yeri’ tartışma konusu olur.

Haberin Devamı

Türkiye’nin demokratik değerlere ve kurumlara ulaşma bağlamında Batılılaşma hareketi Tanzimat dönemine kadar gider. Bu çaba ve girişimlerin yaklaşık 200 yıllık bir tarihi vardır. Cumhuriyet’in kuruluşundan sonra ise Türkiye çok daha net bir şekilde yönünü Batı’ya dönmüş ve ekonomik, politik, askeri, sosyal, kültür ve spor alanlarının tümünde Batı dünyası kurumlarının hepsinde -bazılarında kurucu olarak- yerini almıştır.

 

Demokrasi, hukuk reformları, kadın ve çocuk hakları gibi önemli alanlarda birçok Avrupa ülkesinden çok daha önce reformlar yapmasına ve birçok Avrupa ülkesinden önce uluslararası Batılı kurumlara üye olmasına karşın, her bahaneyle ‘yönü ve yeri’ tartışma konusu yapılmıştır.

 

YENİ DEĞİL

 

Haberin Devamı

Türkiye ne zaman ABD ve Avrupa’nın çıkarlarına göre değil, kendi ulusal çıkarlarına göre hareket etse bu sorgulama ve Batı dünyasından dışlanma tehdidiyle karşılaşmıştır. Tıpkı, 1964’te Rumların silahlanması üzerine İsmet Paşa’nın Kıbrıs’a müdahale kararı alması nedeniyle ABD Başkanı Johnson’un kaba bir mektupla Türkiye’yi tehdit etmesi gibi. (İsmet İnönü bu mektuba “Yeni bir dünya kurulur, Türkiye yerini alır” yanıtı vermiştir.) Tıpkı, 1974’te uluslararası hukuka dayanarak Bülent Ecevit’in başbakanlığında Kıbrıs Barış Harekâtı’nın gerçekleştirilmesinden sonra, Türkiye’ye yıllarca ekonomik ve askeri ambargo uygulanması gibi. Menderes ve Demirel’in Rusya’ya ekonomik ve teknolojik işbirliğini geliştirdikleri dönemde tehdit edilmeleri gibi. Örnekler çoğaltılabilir.

 

TARİHİ NEDENLER

 

ABD ve özellikle Avrupa’nın Türkiye’ye karşı bu tutumunun konjonktürel nedenleri olduğu gibi tarihi, dini, sosyo-kültürel nedenleri vardır.

 

Tarihi nedenler, özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun Viyana kapılarına kadar uzanan hâkimiyetinden Ortadoğu’da 400 yılık yönetimine, Birinci Dünya Savaşı ve sonuçlarına, Türkiye Cumhuriyeti’nin gençliğine kadar derin izler bırakmış süreçten kaynaklanır.

 

Haberin Devamı

Dini nedenleri ise Haçlı seferlerine kadar götürmek mümkündür. Ki bugün Türkiye’nin Avrupa Birliği üyeliğine karşı gösterilen dirençte, halkının Müslüman olmasının payı büyüktür. Buna konjonktürel olarak zaman zaman yükselen ve bugün de tavan yapmış olan İslamofobi ve yabancı düşmanlığını da katmak gerekir.

 

xKeza, Osmanlı İmparatorluğu’nun geniş coğrafyasından, Türkiye’ye kalan akrabalık bağları başta olmak üzere tarihi, kültürel ve sosyolojik sorumluluk ve ilişkilerin geliştirilmesi çabaları da Batı’yı hep rahatsız etmiştir.

 

YÖN VE YER

 

Türkiye’nin yönü insan haklarına dayanan, demokratik, laik, sosyal, hukuk devletidir. Türkiye, 1923’ten beri yönünü bu değerlere çevirmiş ve büyük mesafe kaydetmiştir.

 

Haberin Devamı

Yeri ise Batı dünyasının içindedir. Ulusal Kurtuluş Savaşı’ndan sonra yönünü Batı’ya çeviren Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra oluşturulan tüm Batılı kurumların üyesidir:

 

Birleşmiş Milletler (Kurucu-1945), Dünya Bankası (1947), Uluslararası Para Fonu (IMF-1947), Avrupa Konseyi (Kurucu-1949), Avrupa Yayın Birliği (Kurucu-1950), Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü (NATO-1952), Avrupa Sivil Havacılık Konferansı (Kurucu-1955), Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD-Kurucu-1960), Avrupa Futbol Federasyonları Birliği (UEFA-1962), Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (Kurucu- AGİT-1973).

 

Batı dünyasında yeri bu kadar açıkken, her konjonktürel gelişmede Avrupa’nın sorgulamaya geçip, “Türkiye eksen mi kaydırıyor”, “Blok mu değiştiriyor”, “AB’den, NATO’dan çıkar mı” gibi soruları gündemde tutması anlamsızdır.

 

Haberin Devamı

KARŞILIKLI GÖREVLER

Türkiye, 1987’de başlayıp 2000’li yıllarda hızlandırdığı ekonomik ve demokratik reformlarla AB’ye tam üyelik için müzakere süreci aşamasına gelmiş bir ülkedir. Birçok üye ülkeye göre ekonomik ve demokratik standartları daha yüksek olmasına rağmen ısrarla AB kapısında bekletilmektedir. Bu sure 53 yıla ulaşmıştır ve daha ne kadar uzayacağı belli değildir.

 

Ankara, AB üyeliğini insan haklarının, hukukun üstünlüğünün, demokratik-laik düzenin, ülke ve ulus bütünlüğünün güvencesi olarak görmüştür. Çabalarını yoğunlaştırmasının amacı da bu nitelikleri korumak ve geliştirmektir.

 

AB’ye düşen görev, Türkiye’ye bu yolda yardımcı olmak, tam üyeliğe kabul etmek olması gerekirken, birliği güçlendirip zenginleştirecek Türkiye’yi sürekli dışlamaya çalışması yanlış bir politikadır. Türkiye olağanüstü bir süreçten geçiyor. Artık olmaz denilen bir dönemde, henüz birkaç ay önce kanlı bir darbe girişimiyle karşılaşmıştır. Yıllardır süren PKK terörü, şehir savaşlarına dönüşecek kadar ileri gitmiştir. Türkiye’nin ülke ve ulus bütünlüğü ile laik devlet yapısı ağır saldırılar altındadır. Böyle bir süreçte AB’den beklenen Türkiye’yi desteklemesidir.

 

Haberin Devamı

Türkiye’ye düşen görev ise bu olağanüstü süreçte bile insan haklarına, hukukun üstünlüğüne, yargının bağımsızlığı ve tarafsızlığına, istisnai haller dışında tutuksuz yargılama ilkesine özen göstererek ilerlemektir. Hukukun dışına çıkmamak, OHAL yetkilerini darbecilerle, teröristlerle sınırlı olarak kullanmak, ilgisiz alanlara yaymamak ve mümkün olan en kısa sürede olağan yönetime geçmek olmalıdır.

 

Bu süreçte, Avrupa Parlamentosu’nun müzakereleri dondurmayı tavsiye eden kararı gibi sertleşme, restleşme politikasının yerini diyalog  almalıdır.

 

Yazarın Tüm Yazıları