Zarafet

Haberin Devamı

BUNCA şehir, bunca belde gezdikten sonra...
Gittiğim her yerde bir yorgunluk gördüm. Bir gerilim. Bir çekiştirme. Ortadan ikiye ayırma.
Batman’dan Bursa’ya... İzmir’den Siirt’e kadar.
İnsanlarla konuştum. Yazdım. Ama her yazıdan sonra, sanki geriye doğru bir boşluk kaldı.
Bir eksiklik vardı yazdıklarımda.
Neydi bu?
Şimdi görüyorum ki...
Neşesi olmayan seçim sokakları görmüşüm. Kahkahası olmayan meydanlar. Tebessümü eksik kahvehaneler..
Oysa seçim dediğimiz bir demokrasi şöleniyse eğer...
Daha doğru cümle şu olabilir:
- Nerede o demokratik zarafet?
- Demokrasi bir seçim mi, yoksa bir kavga mıdır?
- Savaşır gibi demokrasi olur mu? Yok etmeye ayarlı ve karşılıklı ihanetle suçlayıcı bir demokrasi nasıl gelişebilir?
Eğer demokrasi bir uygarlıksa... Bir kültürse...
Bunun yarına kalacak bir zarafeti olmalı.
iktidarın bir zarafeti. Muhalefetin bir zarafeti. Parlamentonun bir zarafeti.
Protestonun bile bir zarafeti olmalı...
Mizahı olmalı...
Gülmeyi bilmeli. Tahammülü... Sabrı olmalı.
Sonuçta bir arada yaşamanın en iyi yolu aranıyorsa eğer...
Kabul etmenin de bir zarafeti olmalı.
Başka ne bırakabiliriz ki çocuklarımıza?
Meydanlar soğuyunca, birbirinin yüzüne bakabilme olgunluğu da bir zarafettir.
Bakın siyasi tarihimize...
En ağır suçlamalardan sonra Erbakan Hoca, Demirel’in evindeki divanda yatıp uyuyabilmiştir.
En keskin “yasak referandumu”ndan sonra, Demirel ve Özal aynı masaya oturup espri yapabilmiştir.
Ama siyaseti gerilim ve bel altında yaşayanlar, bugüne kadar hiçbir zaman yeraltından kurtulamamıştır...
O yüzden demokrasi sandıktan ibaret değildir. Sandık bir sonuçtur.
O sonuca saygı duymak bir zarafettir.
Ama o sandığın öncesine ve sonrasına göre bakmadan, oy kullanan herkese saygı duymak da bir zarafettir.
Özgür eleştiri ve muhalefet zarafettir. Zekâ ve mizah ister...
Ve işte bütün bunların toplamı, halk önünde yaşanır...
Kısaca demokrasi, insani tercihlerin zarafetidir...
Parti bayrakları, yüksek sesli anonslar, afişler çok..
Ama zarafet, mizah ve neşe eksik...
Sokaklarda bu eksik...
Vesselam!

Haberin Devamı

Haberin Devamı

Serçe’de parasız kaldık stop... Acele gel bizi kurtar stop

BU aralar en çok İZ TV’yi izliyorum. Kim kazandırdıysa bu kanalı bize kutluyorum.
Bu güzel memleket bu kadar mı iyi ve sahici bir ruhla anlatılır.
Bir gün Kelebekler Vadisi, bir gün Sada Kanyonu..
Bu belgeselleri yapanları tek tek yazmak istedim. Bir gün onu da yaparım.
Ama bugün aklımda, son dakika kaçırdığım bir belgeselin şu diyaloğu var:
“35 yıl önce. Sualtı Arkeoloji Enstütüsü’nü kurduk. Bir gün Serçe Limanı’nda dalıştayız. Para pul bitti. Açız... En son bir arkadaşımız Amerika’daki dostumuz Nixon’a telgraf çekti... (Sevgili Nixon, Serçe Limanı’nda mahsur kaldık... Stop... Paramız bitti... Stop...)
Bir hafta sonra Nixon bir balıkçı motoruyla geldi. Tekrar paramız oldu. Enstitü büyüdü. Bugünlere geldik...”
Bu olayın detaylı hikâyesi deniz dostu, değerli doğasever, dalgıç ve belgeselci Savaş Karakaş’ta...
Bugün eğer Bodrum Müzesi’nde o sualtı eserleri sergileniyorsa..
Onun macerasıdır işte bu...
NOT: Nixon’un kim olduğunu inanın ben de dinlemek isterim.

Yazarın Tüm Yazıları