Toplumsal panik butonu

11 Eylül saldırısı oldu...

Haberin Devamı

Ertesi gün dünyanın bütün hava alanlarında öyle bir güvenlik başladı ki...
Kuyruklar dışarı taştı.
X-ray cihazları yetmedi. Yolcular neredeyse çırılçıplak soyuldu.
Uçak seferleri aksadı.
AVM’ler, sinemalar, eğlence hayatı çöktü.
İşte o günlerde, terörün yarattığı bu kaosa karşı bir “toplumsal panik butonu”na basıldı.
Korku dağıldı. Endişe azaldı. Tansiyon düştü. Cesaret hâkim oldu. Ve kısa sürede toplum toparlandı. İnsanlar inadına, “hayat” dedi.
Evlerinden çıktılar, sinemaya, parklara koştular. Korkmadılar...
Terörün bir amacı da bu değil midir zaten?...
Korku salıp hayatı felç etmek...
İnsanların yaşama ve tüketme özgürlüğünü, ruhunu teslim almak.
Toplumsal panik butonu işte bunu önler...
Temelinde sevgi vardır. Birbirine saygı vardır.
Paniğe karşı toplumsal cesaretin işaret fişeğidir o buton... Millet olma, birey olma, hukuka güvenme cesaretidir.

IŞİD KORKUSU

Haberin Devamı

Aradan yıllar geçti...
Bu defa IŞİD’in hepimizi dehşete düşüren o vahşi görüntüleri ortaya çıktı.
Avrupa’nın her yerinde inanılmaz bir güvenlik baskısı başladı.
Önceki aylarda Almanya’da bir bakanı ziyarete gittiğimizde inanılmaz bir güvenlikle karşılaştık.
Geçen hafta Roma’da Avrupa Parlamentosu’nun temsilcilik binasına gittik.
Kapıda jandarma komandolar vardı...
Ama kimse diğerini suçlamıyordu.
Çünkü IŞİD terörünün yarattığı vahşete karşı toplumsal panik butonuna basılmıştı.
Berlin’de de, Roma’da da hayat normale dönmüştü.
İnsanlar parklarda, lokantalarda eğleniyordu.
Ve o teröre rağmen Roma her zamanki gibi bir aşk şehriydi.

VE BİZ

Terörün en ağırını yaşadık.
İstanbul’un göbeğinde bir bankanın bütün binası havaya uçuruldu.
Kanımız aktı, evlatlarımız gitti, ocaklarımız söndü...
Ama yine de 30 yıl boyunca hayatı sürdürdük.
Olağanüstü hallerden, sokağa çıkma yasaklarından geçtik.
Normale döndük.
Festivaller, konserler, sinema devam etti.
Korkmadık.
Terör, hayatımızı teslim alamadı.
Güvenlik diye hayatı çekilmez hale getirmedik.
Ama şimdi bakıyorum...
En çok birbirimizi anlayacağımız bir dönemde yine suçlamalar...
Ve anında avukatlar için bir arama kuyruğu...
Peki mesele böyle çözülür mü?
Elbette ki; avukatlar, hâkimler, savcılar, polisler kontrol edilemez diye bir şey yok.
Ama bu böyle mi olmalı? Böyle apar topar mı yapılmalı?
Kuyruktaki avukatlarla polisin birbirine girdiği o görüntü kimin işine yarıyor?
Adliye binasının önündeki o kaos kime hizmet ediyor?

Haberin Devamı

AVUKATLARI SIRAYA DİZMEK ÇÖZÜM DEĞİL

Şimdi düşünün ki...
İki terörist adliyeye gelip bir savcımızı şehit etmiş. Ertesi gün o adliye binasına bakıyorsunuz...
Avukatlar içeri girebilmek için kuyrukta bekliyor. Sonra polisle avukatlar birbirlerine giriyor.
Adliye binasının önünde itiş kakış, gözaltılar...
Oldu mu şimdi bu?
Adalet Sarayı diyoruz ama, o görüntüler adaletin asaletine yakışıyor mu?
Böyle apar topar güvenlik kararları almak yerine...
Çözemiyorsan, ‘yasakla’ anlayışı yerine...
Birbirini suçlamak yerine...
Birisinin o “toplumsal panik butonu”na basıp ortamı rahatlatması gerekiyor...
O birisi öncelikle siyaset kurumudur. İktidardır... Muhalefettir...
Şimdi sorabilirsiniz:
- Peki arkadaş bu toplumsal panik butonu nerededir?
Cevabı belki biraz soyut bulabilirsiniz... Ama bana göre insanlığın en yüksek adalet mekanizmasıdır bu...
Ve ben yalnızca bunu biliyorum:
- Vicdanlarımızda... Vicdanlarımızda...
Medeniyetin ve ahlakın buluştuğu vicdanlarımızda...

Yazarın Tüm Yazıları