Online nüfus sandığa yansır mı?

YURTDIŞI oylarda tam bir hayal kırıklığı oldu.

Haberin Devamı

Toplam seçmenin yüzde 5’inin oy kullanması beklenirken, yüzde 1 bile olmadı.
Oysa yurtdışından Türkiye’deki sosyal paylaşım alanlarına çok ciddi bir katılım var.
Facebook’tan Twitter’a, Instagram’a kadar yurtdışında yaşayan yüzbinlerce insan görüş bildirir. Tavır koyar. Siyasi tepki gösterir.
Ama yüzde 1’i bile sandığa yansımadı.
Randevu alma meselesinin bunda etkisi olabilir. Ama sonuç bu işte.
Türkiye’ye gelirsek...
Türkiye’nin online nüfusunun % 94’ü Facebook kullanıyor.
Bugün yaklaşık 35 milyon kişilik bir online nüfus var. Bunun yarısından fazlasının seçmen yaşında olduğunu düşünürsek...
Bakalım her gün Twitter’da birbirini kırıp geçirenler, hakaret, küfür kıyamet gidenlerin ne kadarı oy kullanacak?
Online hakareti ‘oy kullanma’ya tercih edenlerin oranı ne olacak?
Bakalım kimler ‘tweet’ kimler ‘oy’ atacak?
Hakaret edenlerin sandığa gitmeyeceğini biliyorum.
Çünkü sosyal medyada hakaret edenlerin demokrasiye inancı olmadığını biliyorum.
Hakaret edenlerin, kulaktan dolma suçlayanların, araştırmadan-incelemeden saldıranların...
Ve en önemlisi, bulunduğu kampın borazanındaki, ‘tweet notası’ndan başka bir nota bilmeyenlerin, hakaret etmeyi muhalefet etmek zannedenlerin, demokrasiye inancı olmadığı için sandığa gitmeyeceğini biliyorum.
Kime oy verirse versin...
Sandığa gidenler, bu memleketin gerçek demokrat evlatlarıdır.
Başımızın üstünde yeri vardır...
Gitmeyip online küfür gönderenler ise bu memleketin ‘tweet evlatları’dır...
Onların ruhları bencillik ve tembellik tarafından ‘hack’lenmiştir.

HDP’NİN ÖNEMİ VE DEMOKRATİK TÜRKİYE

EĞER bugün yaşadığımız olaylar, bir tarih dersi haline gelebilirse, muhtemelen en kritik soru şu olacaktır:
“Yıllarca bölücülükle suçlanan bir hareket, nasıl olur da birleştirici misyon üstlenebilir?”
20 yıl öncesine gidin.
Leyla Zana’nın, Hatip Dicle’nin, Orhan Doğan’ın, Ahmet Türk ve Sırrı Sakık’ın cezaevine atıldığı...
HEP’in, DEP’in, HADEP’in bölücülük suçlamasıyla kapatıldığı günleri hatırlayın.
Ve şimdi HDP’nin Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kullandığı üsluba ve yapılan açıklamalara bakın.
Ve Demirtaş’ın şu sözüne:
“Eğer bu ülkenin Cumhurbaşkanlığı’na aday oluyorsam, bu birlikte yaşama isteğimizin en açık kanıtıdır.”
Yıllarca halkları birbirine kırdıran, birini ötekine karşı baskılayan, dilini yasaklayan, köyünün adını silen, müziğini, şiirini tutuklayan “tekçi” faşist yapının çözülmesidir bu...
Demokrasinin, birbirini anlamanın, farklılığın zenginlik olduğunu kavramanın serpilmesidir.
İşte o yüzden gelecekte sorulacak o sorunun cevabını bugün yaşadığımızı bilmemiz gerekiyor.
Birlikte yaşamanın yeni anayasası için yapılan önerileri düşünün.
Herkesin kendi dilini, inancını, kültürünü, düşüncesini özgürce yaşayabileceği bir demokratik anayasa...
Talep edilen budur.
Birlikte yaşamanın anayasası...
Halk meclisleri... Belediyelerin yerinden yönetimi.
Var olan bütün darbe yasalarının temizlenmesi.
YÖK’ün kaldırılması.
Diyanet işleri, TRT, MGK gibi devlet odaklı yapıların kaldırılması ya da yeniden organizasyonu.
Seçilmiş belediye başkanlarının o ilin en yetkili yöneticisi haline getirilmesi.
Siyasi Partiler Yasası’ndaki lider odaklı yapının kırılması. Yüzde 10 barajının düşürülmesi.
Cevap buradadır işte.
Ben o yüzden Selahattin Demirtaş’ın BDP’yi bir bölgeden çıkarıp, HDP olarak “Türkiye siyaseti”ne açmasını önemsiyorum.
Mesela Trabzon Platformu adına, HDP’yi destekleyeceğini açıklayan Hakan Dakoğlu’nun sözlerini önemsiyorum.
Önemsiyorum, çünkü bazen barış savaştan daha zordur.
Ve bazen barış savaştan daha büyük cesaret ister...

Yazarın Tüm Yazıları