Kampsız mürit

GİDEREK kampların esaretine kapılan bir zihin haritamız oluşuyor...

Haberin Devamı

Birbirimizi anlamaya çalışarak değil, damgalayarak, yaftalayarak tanımlamaya başladık. Mesela ben...
“Başkanlık sistemini desteklediğimi açıklıyorum. Hatta şehirleri atanmış valiler değil, seçilmiş belediye başkanları ve meclisleri yönetsin” diyorum...
Hemen bir koro başlıyor:
“Tayyipçi... Saraycı... Yandaş...”
Bunu söyleyenlere şu cevabı versen de duyulmuyor:
“Bak kardeşim, sen daha doğmadan önce de ben rahmetli Özal başkanlık sistemini önerdiğinde yine desteklemiştim. O zaman Türkiye’nin bu yolla önünün açılacağına inanıyordum. Hâlâ inanıyorum. Bu benim şahsi fikrim...”
Ama Hayır! Sizin şahsi fikriniz olamaz. Mutlak “birinin müridi” olmalısınız...

MESELA BEN...


“Barış sürecini destekliyorum. Silahtan siyasete geçilen bu süreç Türkiye’nin önünü açacak diye düşünüyorum. HDP’nin önerdiği anayasa değişikliği çok değerlidir” diyorum...
Bu defa öteki koro başlıyor:
“Öcalan sempatizanı hain...”
Bunu söyleyenlere şu cevabı verseniz de nafile... Duyulmuyor. Çünkü kampların sağırlığı var.
Nefretin körlüğü genetik bir hal almak üzere.
Yani o günlerdeki yaygın üslupla desem ki...
“Bak arkadaş! 1970’lerde PKK falan yoktu. Ankara Emek Mahallesi’inde Devrimci Doğu Kültür Ocakları vardı. Silah yoktu. O zaman da o insanlarla aynı dili konuşup tartışabiliyordum. O zaman da herkesin kendi dilini, düşüncesini, kökenini, inancını dilediği gibi yaşaması gerektiğini savunuyordum. Ve hatta o günlerde “halkların kendi kaderlerini tayin hakkı”nı konuşuyorduk... Ve ceberut devletten başka kimse bu tartışmadan rahatsız olmuyordu. Bugün HDP’de olan birçok isim SHP ve CHP köklerinden gelmiştir.”
Desem de... Duyan olur mu?

Haberin Devamı

MESELA BEN...


“Mustafa Kemal Atatürk, bir padişahlık tebasından bir millet çıkarmış, Suriye cephesinden Anafartalara, oradan Misakımilli’ye kadar uzanan bir kahramanlık destanının ulu önderidir. Türkiye’nin yönünü medeniyete çeviren bir liderdir” diye yazsam...
Bu defa başka bir kamp, çığlığı basıyor:
“Ulusalcı, kafatasçı. Faşist. Putperest...”
Yahu arkadaş...
Bizler kendi başımıza düşünemeyecek miyiz?
Bizim bir fikrimiz olamayacak mı?
Her düşüncemiz illa bir kampın lügatine göre mi yazılmalı?
Her sözümüz illa bir kampın alfabesine göre mi söylenmeli?
Hayatımız boyunca hiçbir fikrimiz değişmeyecek mi?
Aykırı düşünce olmazsa... Soru sorulmazsa... Değişim olmazsa...
Yaratıcılık ve yenilik sonraki nesillerde nasıl yeşerecek?
Yani her birimiz illa bir “tarikatın”, bir “kampın” ya da “radikal bir buyruğun” müridi mi olmak zorundayız?
Farkında mısınız?
Kimse artık kendi adıyla anılmıyor.
Garip bir sicil anlayışı doğdu... Bu yeni sicil anlayışının adını ben şöyle koydum:
“Bel altı sicili.”
Söylenen her söz, sorulan her soru ya da her görüş, bir kampın müridi olarak damgalanıyor.
Ne deseniz, ne yapsanız, o damgadan kurtulamıyorsunuz.
Peki nerede özgür düşünce?... Nerede yapıcı eleştiri farkı?...
Ben işte orada durmak istiyorum...
Yani...
Kampsız mürit...
Ama yalnızca özgün düşüncemin ve özgür sorularımın müridi olarak...

Haberin Devamı


Mucizeye inanmıyorsanız

işte size bir örnek

8 yaşında...
Yani normalde “toplama-çıkarma” yaşında... Daha çarpım tablosunun da başında...
8 yaşında...
Mersin Üniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda öğretmen Lily Tchumburidze’nin yarı zamanlı öğrencisi olan Aydınlıkevler İlkokulu öğrencisi Laçin Akyol...
Belçika’da düzenlenen dünyanın en genç kemancıları yarışmasında üçüncü oldu.
Ayrıca jürisinden tam not aldı.
Ben işte bu mucizeye inanırım.
Ama mucize yetmez...
Dünyanın bütün müzik dâhileri, yetenekleri, keşfedildiği an kendi yaş gruplarından ayrıldılar.
Yani...
Oralarda olmasa da, TEOG, ÖYS gibi trajedilerden uzak tutuldular...
Eminim devlet bunun farkında olacaktır...
Evet, Laçin bir mucizedir.
Ama mucizenin bile insanlığa ihtiyacı vardır...

Yazarın Tüm Yazıları