İslam Ülkeleri Zirvesi'nden bana şu söz kaldı

İSLAM ülkeleri zirvesinden benim aklımda kalacak olan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şu cümlesidir:

Haberin Devamı

“21’inci yüzyıla damgasını vuracak; sadece koruyan, muhafaza eden değil, aynı zamanda kuran, inşa eden, yön veren bir anlayışla meselelerimize yaklaşmamız gerektiğine inanıyorum. Zira bu, dünya nüfusunun 4’te 1’ini oluşturan Müslümanların küresel sistemde hak ettikleri yeri alması açısından da hayati öneme sahiptir.”

Yüzlerce yıl boyunca İslam coğrafyası bir şekilde kanadığı için...

Kendi topraklarındaki acıları başka güçlerin çözümünde aradığı için...

Kendi topraklarındaki halklarının gücüne dayanmadıkları için...

Yabancıların gücüne mahkûm oldukları için...

Bu sözleri önemli buluyorum.

Son üç yüzyıla bakın...

Kendi aydınlanmasını ve yenilenmesini yaşayamadığı için, İslam ülkeleri yalnızca olanı korumakla yetinmiş... Diktatörlüklere kurban olmuş. Demokrasinin nimetlerinden mahrum kalmış...

İnşa etme, bulma, icat etme, yaratma gibi değerleri yakalayamamış...

Belki de bu nedenle, dünya nüfusunun dörtte biri olmasına rağmen, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyesi olamamış...

İstanbul’da toplanan İslam Ülkeleri Zirvesi yalnızca bu açıdan bile heyecan vericiydi.

Umarım, dünya barışı ve insanlık adaleti açısından iyi sonuçları olur...

İstanbul, tarihine yakışır bir sahne alır...


KILIÇDAROĞLU EĞER BUNU YAPSAYDI NE OLURDU?
ZAMAN zaman NTV’de Oğuz Haksever ya da Ahmet Arpad’a konuk oluyorum.

En keyifli yanı da Mehmet Barlas’ın tarihten bugüne taşıdığı ders niteliğindeki esprilerle giden ve siyasetin şimdiki haline dokunan pozitif tartışma ortamı.

Kızma yok... Kavga yok... Gürültü patırtı yok... Horoz dövüşü yok...

Karşı kamplardan birbirini dinlemeden kelime bombardımanı yapanlar yok...

Önceki gün konu Kılıçdaroğlu’nun tartışılan ‘önüne yatmak’ ve ‘altına yatmak’ sözleriydi...

Kadın ve Aile Bakanı Ramazanoğlu’na hakaret edildiğini öne sürenler...

Kılıçdaroğlu taraftarlarının cevapları...

Ve CHP liderinin giderek keskinleşen üslubu...

Arpad sordu:

“Ne düşünüyorsunuz bu konuda?”

Cevap verdim:

“Mesela bir hayal kursak... Desek ki: Kılıçdaroğlu bu sözü ilk söylediğinde... Ardından Bakan Sema Hanım rahatsız olduğunu, üzüldüğünü söylediğinde... Bir kadın olarak böyle bir ifadeye maruz kalmanın psikolojik etkisi henüz bir yaralanmaya dönüşmeden... Mesela CHP Genel Başkanı, Sema Hanım’dan bir randevu isteseydi...

Ve gidip şöyle deseydi ki: ‘Hanımefendi, ne siyaset anlayışım ne de ahlakım size böyle bir ifadede bulunmama izin vermez. Kastım bu değildir. Buna rağmen eğer sizi kırdıysam özür dilerim...’ ”

NTV’de bu örneği vererek...

“O zaman ne olurdu acaba?” diye sordum...

Bana göre siyasi atmosferimiz açısından bahar olurdu...

Çok mesaj geldi..

Kimi görsem, “Evet, siyasetin buna ihtiyacı var... Nezakete ihtiyacı var... Kılıçdaroğlu inatlaşıp sertleştikçe yanlış yapıyor” dedi...

En azından bu çatışma noktasında siyasete bir nezaket ve saygı gelirdi...

Acaba siz ne dersiniz sevgili okurlar?

Yazarın Tüm Yazıları