Sebastian, Kazım Yogi’ye karşı

MESELE benim meselem değil...

Haberin Devamı

Doksan beş yaşındaki Kazım Yogi ile 47 yaşındaki Sebastian arasındaki bir mesele bu...

Sebastian, yani Hürriyet’in fotoğraf sihirbazı Sebati Karakurt...

***

Bilmeyenler için meseleyi özetleyeyim.

Kazım Yogi, geçen Pazar Ayşe Arman’a verdiği mülakatta 50 üstü erkekleri altüst eden bir iddiada bulundu:

“Cinsel gücüm otuzunda neydiyse, doksan beşinde de öyleyim...”

***

İddia akşamüzeri Hürriyet üst aklının oluştuğu bahçe barındaki masamızda patladığı anda, gelen ilk tepki şuydu:

“Oha...”

Haberin Devamı

İkincisi aynı anda ama biraz daha nezihti: “Yok artık...”

***

Bense yaşım itibariyle kompleks yaptığım için, itirazımı sadece soruyla dile getirdim: “Böyle bir şey mümkün olabilir mi...”

Tabii ki bunu, 60 küsur yıllık bir hayat tecrübesi ile sormuştum.

Sebastian her zamanki ezber tecavüzcüsü haliyle duruma el koydu ve ezberimizi resmen iğfal etti.

“Tabii ki mümkündür Ertuğrul Bey...”

Sebastian, Kazım Yogi’ye karşı

Tabii ki ben de mükemmel bir asistle topu kaldırdım:

“Nasıl mümkün olabir...”

Sebati’nin Sebastianca cevabı şuydu:

Haberin Devamı

“Cinsel hayatınız 30 yaşında bitmişse, 95’inde de aynı olabilir...”

***

Makul bir cevaptı...

Özellikle ben fazlasıyla ikna oldum.

Çünkü çok iyi hatırlıyorum, cinsel hayatım 40 yaşımda da çok iyiydi...

Yani bugün Kazım Yogi’nin kullandığı cümleyi ben de aynı kararlılıkla kullanabilirdim.

***

Tartışmanın ikinci raundu kanlı başladı ve Kazım Yogi’nin dönüşü muhteşem oldu.

ERTUĞRUL BEY İSPATA HAZIRIM

PERŞEMBE sabahı Ayşe Arman aradı ve “Yogi Kazım telefon numaranı istiyor, verebilir miyim” diye sordu.

O sabah Hürriyet’teki yazımda o soruyu sormuştum: “95 yaşında bir erkek 30 yaşındakinin cinsel gücüne sahip olabilir mi...”

Sebastian, Kazım Yogi’ye karşı

***

Biraz sonra Kazım Yogi aradı ve direkt lafa girdi:

“İspat etmeye hazırım...”

Haberin Devamı

Bu darbeyi beklemiyordum. Şaşkınlıkla sordum:

- “Ne yani benim üzerimde mi deneyeceksiniz...”

Mesele benim meselem değildi. “Gidip Sebastian’a ispatlayın” dedim.

***

“Zaten ispat ettim” dedi ve devam etti:

“Almanlar, ‘Bunu ispat edemezsen, sana şarlatan deriz’ dediler ve ispat ettim.”

- “Nasıl yani... Böyle bir şey nasıl ispat edilebilir ki...”

“Çok basit, bir kadın getirdiler. O Türkçe bilmiyor, ben Almanca bilmiyorum. İspat ettim ve ‘Şimdi git anlat’ dedim. Gitti Almanlara anlattı.”

- “İkna oldular mı...”

“Kadın Almanca ne anlattı bilmiyorum. Ama yüzümün akıyla çıktım, ondan sonra kimse bana şarlatan demedi.”

- “Hâlâ ispat etmeye devam ediyor musunuz..”

Haberin Devamı

“Tabii, daha geçenlerde yine ispat ettim...”

Merakım artıp gazetecilik tecessüsü ile biraz daha açmaya kalkınca, hiç beklemediğim bir yerden daldı:

“Ben sizin derdinizi biliyorum...”

Hoppala mesele bir anda benim cinsel sorunlarıma döndü.

“Kazım Bey bu benim meselem değil. Sebastian’la sizin aranızda” dedim.

Ama ikna olmadı: “Yok yok, sizin derdinizi çok iyi biliyorum. Bazen sizi televizyonda görüyorum. Omurganızda deformasyon var. Bütün dert oradan kaynaklanıyor.”

“Dert” kelimesiyle neyi kastettiğini bildiğim için düzeltmek istiyorum, ama oralı değil.

***

“Kazım bey henüz 95’imde değilim” gibi saçma bir şey söylemeye çalışırken sözümü kesiyor:

Haberin Devamı

“Bütün mesele omurgada. İnsanın bütün hayatı oradan tayin edilir. Omurgada deformasyon olunca, halkalar üzerine basınç yapar. Kireçlenme başlar...”

***

Savunma sistemim çöküyor, artık yönetim bilinçaltıma geçiyor:

O da “Eee..” dedirtiyor...

“E’si şu, halkalar basınç yapınca kan gitmez...”

- “Nereye, beynime mi...”

“Hayır oraya...”

Kan nereye gitmez, “orası” neresi, her şey birbirine karışıyor.

***

Kazım Yogi bütün savunma hattımı tarumar etmişti. Artık durumunu kurtarmaya çalışan zavallı bir empotandım...

Hiçbir derdim olmadığı halde, kendinden şüphe eden bir zavallıya dönüşmüştüm. Bir derdim varmış gibi hissediyordum, bitkin ve biçare halde sordum:

“Kazım Bey, peki nasıl halledeceğiz bu derdi...”

Rakibini önünde diz çöktürmüş kıdemli bir gladyatör edasıyla cevap verdi:

“Bana geleceksin ve seni bakıma alacağım...”

***

“Bakıma almak...”

Öznesi, zamiri, fiili yerli yerinde okkalı bir cümle...

Ama eksikti ve onu da bilinçaltım tamamladı: “Bakıma alacak ve ispat edecek...”

***

Geriye kalan son mecalimle konuştum:

“Kazım Bey mesele benim meselem değil. İddia sahibi sizsiniz ve karşı çıkan da Sebastian. İddia sahibi iddiasını ispatla mükelleftir ve lütfen onu bakıma alıp ispat edin...”

***

Artık, devam etmek istemiyordum.

Telefonu açtığında, cinsel gücünden hiç şikâyeti olmayan, olsa bile mesele etmeyen bir ergendim...

Kapatırken ise kendinden şüphe etmeye başlamış, “Galiba doksan beşimde asla onun gibi olamayacağım” diye düşünen bir zavallı bir erken emekli ergen...

***

Telefon kapandıktan sonra hâlâ kendi kendimi ikna etmeye çalışıyordum:

“Vallahi yok bir meselen yahu...”

***

O an başka bir şeyi fark ettim.

Kazım Yogi’nin telefondaki sesi, en fazla 50 yaşındaki bir erkeğin sesi kadar genç ve diriydi...

“Adamın sesi böyleyse, kim bilir...”

Cümleyi tamamlamak işime gelmedi ve işime geleni düşündüm:

“Acaba telefonda konuşan gerçekten Kazım Yogi’miydi... Oğlu falan olmasın...”

***

(*) ÖNEMLİ NOT: Bütün bu yazdıklarım, telefondaki konuşma gerçektir.

Yazarın Tüm Yazıları