Reis fedailiği

BAŞLIK bana ait değil.

Haberin Devamı

Ama itiraf edeyim, uzun süredir benim kafamda da olan bir kavramdı bu.

Daha önce Yeni Şafak gazetesinde yazarken, AKP’ye ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a eleştirileri nedeniyle işine son verilen Hakan Albayrak geçenlerde yazdığı bir yazıda kullandı bunu.

 

* * *

 

Yeni Şafak yazarı Yusuf Kaplan, katıldığı bir televizyon programında Türkiye’nin dış politikasını ağır ifadelerle eleştirince, malum trol sürüsü demedik laf bırakmadı.
“Hain”, “Ajan”, “Paralelci”, “Mason”.

 

* * *

 

Hakan Albayrak trollerin yaptığını şu ağır benzetmeyle ifade ediyor:
“Erdoğan’ı Bağdadi grubu mantalitesiyle savunmak...”
Arkasından da ekliyor:
“Erdoğan böyle bir müdafaayı, böyle bir dava arkadaşlığını, böyle ‘Reis’ fedailiğini şiddetle reddetmelidir.”

 

* * *

 

Haberin Devamı

“Fedailik” kavramı, miting meydanlarında kefenli partilileri gördüğümde benim de aklıma gelmişti.
Kendi kendime sormuştum.
Yüzde 50’den fazla oyla seçilmiş bir Cumhurbaşkanı’nın gerçekten böyle trollere, en küçük eleştiriyi linç kampanyaları ile susturmaya çalışan “fedailere” ihtiyacı var mı...
Hele hele kendisi, gelen eleştirilere en etkili şekilde cevap verecek bir siyasi beceriye ve üslup kabiliyetine sahip ise.

 


Lider lakapları arasında en çok Özal’ınkini sevmiştim

 


-BABA: Adnan Menderes’in bir lakabı var mıydı bilmiyorum. Benim siyasette bilebildiğim ilk lakap Süleyman Demirel’inkiydi.
“Baba” lakabı çok tutmuştu. Ama daha çok onun propaganda çalışmalarında ve partililer tarafından kullanıldığını sanıyorum.
Gençliğimde bu lafa gıcık olurdum, daha sonraları sempatik göründü.
-KARAOĞLAN: Bülent Ecevit’in yükseldiği 1970’li yıllarda çok tutmuş bir lakaptı. Dağa taşa bu isim yazılmıştı.
O yıllarda hoşuma giderdi, ama sonraki yıllarda fazla popülist bulmuştum.
-BAŞBUĞ: Alpaslan Türkeş’e takılmış isimdi. Bir solcu olarak hiç hazzetmediğim bir lakaptı. Bana “Führer”, “Cadillo” ve “Il Duce” faşist liderlerin lakaplarını hatırlatırdı.
Hâlâ da sevmiyorum.
-REİS: Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a verilen lakap. Halk arasında tutup tutmadığını bilmiyorum. Daha çok en yakın çevresi ve kendini ‘onun müridi’ olarak görenlerin kullandığını sanıyorum.
Gözlemim, halkın “Tayyip” adını daha çok sevdiği.
-TONTON: Turgut Özal’ın yakın çevresinde ona nasıl hitap edildiğini ya işitmedim ya da hatırlamıyorum. Ama ona muhalif olanların taktığı bir isim vardı: “Tonton”.
Ben işte bu lakabı çok severdim.

 

 

Haberin Devamı

Yani aşkın ömrü altı ay kısaldı mı

 

 

KALP ve cerrahi uzmanları karar vermiş: Aşkın ömrü iki buçuk yılmış.
Frederic Beigbeder, “Aşkın Ömrü Üç Yıldır” adlı kitabını 1997’de yayınladığında bu rakamı kafamıza çakmıştı.
Demek ki, aradan geçen 19 yıl içinde aşkın ömrü 6 ay daha azalmış.
Bu hesapla, her 19 yılda bir aşkın ömrü 6 ay azalırsa, 3000 yılında yılında aşk diye bir şey kalmayacak.
İnsan ömrü uzadıkça, aşkın ömrünün
azalması tuhaf bir
çelişki değil mi...

 


Acaba aşk acısının ömrü de kısalıyor mu

 

 

ASIL merak ettiğim, aşk acısının ömrü ne kadar...
Önceki gece yeniden seyrettiğim “Notting Hill” filminde Hugh Grant’ın aşk acısı 6 ayda bitiyor.
Geçenlerde yaşlı bir yabancı kadın bana, aşk acısının üç yılda bittiğini, eğer beş yıl sürmüşse, bunun patolojik bir hal aldığını söylemişti.
Aşkın ömrünün kısalmasına üzülmekle birlikte, acısının da ömrü kısalıyorsa teselli bulabilirim.
Ama aşk acısının ömrü konusunda o kadar iyimser değilim.

 

 

 

Haberin Devamı

O gece kazandığımızı önceki gece kaybettik

 

 

1970’li yılların sonları...
Türkiye’de bir terör dalgası esiyor...Öğretim üyeleri evlerinin önünde vuruluyor.
Doçent Bedrettin Cömert arabasında, eşinin yanında vurulmuş.
İşte o günlerden birinde, bir sabah Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nin bir öğretim üyesi, evinden çıkmak üzeredir.
ODTÜ Fen ve Edebiyat Fakültesi Dekanı’dır.

 

* * *

 

Ancak tam çıkarken, ileride bekleyen bir arabayı fark eder.
Polise haber verilir. Arabada üç kişi yakalanır.
Aşırı sağcı militanlardır ve solcu olarak bildikleri o öğretim üyesini vurmak için beklemektedirler.

 

* * *

 

O öğretim üyesi Prof. Tosun Terzioğlu’ydu...
Türkiye’nin yetiştirdiği çok iyi bir matematikçi, en az onun kadar iyi bir insandı.
Arkadaşımdı.
İçimizdeki en sakinlerden biriydi.
Bizler öfkeliydik, o hep serinkanlıydı.
Biz daha az demokratken, o hep daha çok demokrattı...

 

* * *

 

Haberin Devamı

Dün sabah Brüksel’deydim. Tansu haber verdi.
O gün Allah’ın ailesine ve bizlere bahşettiği arkadaşımızı önceki gece kaybettik.

 

* * *

 

Eşi Nuran’a, iki kızına, matematik camiasına, ODTÜ’lülere, Sabancı Üniversitesi mensuplarına, hepimize başsağlığı
diliyorum.

 

 

O karanlık günlerde bir matematikçi Tansu’ya telefon numarasını nasıl ezberletti

 

 


12 Eylül’e giden günler...
Karanlık günlerdi, korku
ve endişe günleriydi...
Ama büyük dostluk ve dayanışma günleriydi.
Bazı çok kritik geceler, Tansu ve Gülümsün’le birlikte Emre ve Bilgi Kongar’ın evinde yatıyorduk.
Çünkü her gün tehditler alan Emre Hoca’nın silah ruhsatı vardı.
Tosun ve Nuran Terzioğlu’nu da Sunar ve Aydın Aytuna’nın evinde tanımıştık.
Aydın da matematikçiydi...
Bir kaç yıl sonra evimizin telefon numarası değişmişti ve Tansu, “426 17 83 numarasını nasıl aklımda tutacağım” diye mızmızlanıyordu.
Aydın, o muzip matematikçiliği ile hatırlama formülünü buldu:
“Bak Tansucuğum, 426 zaten bu bölgenin ortak numarası. Eskisi de oydu. Geriye kalıyor 17 ve 83. Bir, yedi daha eder 8. Geriye sadece 3 rakamı kalır. Yani senin aklında tutman gereken tek rakam 3” demişti.
Ben pek anlamamıştım ama Tansu bu formül sayesinde gerçekten numarayı hiç unutmadı...
Dün konuştuğumda hâlâ hatırlıyordu.

Yazarın Tüm Yazıları