Kuzey Kutbu kaç saat

HAYATINIZDA hiç şu soruyu kendinize sordunuz mu...

Haberin Devamı

“Türkiye’den Kuzey Kutbu’na kaç dakikada gidilir...”
Benim aklıma ilk defa, İsveç’in Lulea şehrine inip arabamızın çivili lastikleri dönmeye başladığında aklıma geldi.
Yol arkadaşım Levent Özçelik, arabanın kontağını çevirirken şunu söyledi:
“2 saat sonra Arctic Circle’a gireceğiz...”
Yani Kuzey Kutup Dairesi’ne...


* * *


O an küçük bir hesap yaptım.
İstanbul’dan Stockholm’e 3 saat 15 dakikada gelmiştik.
Oradan İsveç’in kuzeyindeki Lulea şehrine uçuşumuz 45 dakika sürdü.
Oradan ‘97 numaralı’ yola girip, 159 kilometreyi 2 saatte alınca Kuzey Kutup Dairesi’ne girecektik.
Yani İstanbul’dan kutuplara 6 saatte ulaşmış olacaktık....



Kuzey Kutbu kaç saat

Haberin Devamı


4 saat uçuş, 2 saat araba yolculuğundan sonra Kuzey Kutup Dairesi’nin sınırındaydık.
Civarda hiçbir yapının görünmediği sınırda küçük bir kulübenin yanında bir İsveç bayrağı dalgalanıyor.
Karların içinde yarıya kadar gömülmüş bir tabelanın üzerinde “Arctic Circle” yazısının önünde fotoğraf çektiriyoruz...
Hayatımda sembolik ilk küresel çizgiyi, 90’lı yıllarda Kenya’da ekvatoru geçerken yaşamıştım. Tuhaf bir duygu.
Aklıma, küçükken başucumdan hiç eksiltmediğim “Kâşifler ve İcatlar Ansiklopedisi”ndeki kâşifler geliyor.
O an aklıma bir başka soru daha geliyor...
Kuzey Kutup Dairesi nedir... Kutuplar neresidir...
Öğreniyorum ki zamana göre Arktik Çizgi de değişiyormuş...
27 Ocak 2015 günü itibariyle 66 derece 33’45.6 enleminin kuzeyinde kalan bölgeye “Kuzey Kutup Dairesi” deniyor...
İşte o daire İstanbul’dan 6 saat yolculuk mesafesinde...
Dünya mı küçüldü... Biz mi çok büyüdük ve hızlandık...

Meğer o kadar hızlanmamışız

Sadece 6 saatlik yolculukla kutup çizgisine ulaştık ama oradan 210 km ötedeki Jukkasjarvi kasabasındaki Buz Otel’e ulaşmamız 7 saat alacaktı.
Teknoloji mesafeyi ortadan kaldırmıştı ama tabiat teknolojiye hâlâ kafa tutuyordu.
Kutup çizgisine 10 km mesafedeki Jokkmokk kasabasından çıktıktan biraz sonra acayip bir kar fırtınası başlıyor. O an kar fırtınasının çöl fırtınasına çok benzediğini fark ediyorum.
Yol kayboluyor, istikamet kayboluyor. Ne arkamızda ne önümüzde bir araba var.
Altımızdaki araba gitmeye hazır ve azimli... Ama biz bir şey görmüyoruz.
Dışarı çıkıyoruz...
Tabiat bize “Kuzey Kutbu’na hoş geldiniz” diyor.
Ama içimiz rahat. Gelişmiş bir ülkedeyiz ve “Nasıl olsa bizi kurtarırlar” diye düşünüyoruz.
Kurtarmalarına gerek kalmıyor... Ağır bir TIR geçiyor, onun kuvvetli arka ışıklarının peşine takılıyoruz.
6 saatte 4 bin kilometreye yakın yol gelmişiz.
210 kilometreyi 7 saatte alabiliyoruz.

Haberin Devamı


Kutuplarda sevişmek çok iyi bir fikir değil

OTELE şu kıyafetle giriyorum.
Üzerimde kırmızı bir kutup gocuğu var, su geçirmez bir pantolon, başımda kırmızı bir yün bere.
Ellerimde parmaklarımı kullanabileceğim bir çift eldiven. Ayaklarımda su geçirmez botlar. Hepsini Türkiye’de temin etmişim.
Çektirdiğimiz fotoğraflara bakıyorum.
Kutup façamız yerinde...
Tabii bu dış görünüş. Akşam bu giysileri çıkarıp altından çıkan görüntüye bakınca ikimiz de birbirimizi gösterip kahkahayı basıyoruz.
Karşımızda eski Amerikan filmlerinden çıkmış, iğrenç iç çamaşırları ile iki kovboy bozuntusu duruyor.
Çünkü üstteki elbiselerin altına uzun konçlu ısı koruyucu, paçamıza kadar inen yün külotlar ve uzun kollu fanilalar var.
Kutup gerçeğinin estetiği dışarıda kalıyor ve yatağa, hiçbir kadının yanımızda yatmak istemeyeceği bir görüntü ile giriyoruz.
İlk ders: Kutuplarda sevişmek iyi bir
fikir değil.

Haberin Devamı


Bize bakan ‘Husky’ler diyor ki: Hadi gidelim yahu

Kuzey Kutbu kaç saat

SABAHA şu görüntü ile başlıyorum.
Arka arkaya dizilmiş
6 kızak...
Her birinin önüne bağlanmış 4’er Husky köpek.
Biz daha yanlarına yaklaşmadan büyük bir havlama korosu başlıyor.
Kuzeyde 2’nci güne bu olağanüstü hayvanları tanıyarak başlıyorum.
Hepsinin başı bize dönük. Çok açık bir ifade ile “Hadi ne bekliyoruz, gidelim...” der gibiler. Aceleciler, bir an önce koşmaya başlamak istiyorlar.
Ama bizim işimiz uzun.
Önce üzerimizdeki gocukları çıkarıp, bize verilen ağır tulumları giyiyoruz. Biraz sonra Michelin lastiklerinin reklamındaki şişme kardan adamlara dönüyoruz.
Her şey çift. İçimizdeki giysiler, eldivenler, başımızdaki kapüşonun altındaki kar maskeleri...
Sonra kızak sürüş dersi başlıyor.

Haberin Devamı

Kızak üstünde öğrendiğim gerçek: Bir ‘Husky’nin patronu olamazsınız

ARKA tarafta ayaklarımızı yana açarak ayakta duruyoruz.
Kızağın 2 freni ver. 2 ayağın arasında, ortada pedal gibi duran küçük freni hızı kontrol için kullanıyorsunuz. Onun üstünde basamak gibi duran büyük fren var. Ani duruşlar için o kullanılıyor....
Biraz sonra kızaklara biniyoruz ve hayvanlara bağlı ipi hafifçe çektiğimiz an, ‘Husky’ler Formula 1 arabası gibi fırlıyor. Hepsinin yüzünde acayip bir azim ve mutluluk görüyorum.
Husky bir koşu hayvanı... Hep gitmek istiyor.
Önce donmuş gölün üzerinde sadece kızağın çıkardığı sesle, ‘Husky’lerin nefeslerini işiterek bir saat gidiyoruz.
Biraz aradan sonra ağaçların arasındaki dar bir patikaya giriyoruz...
Yolda arkadaşlarımızdan biri kızaktan düşüyor.
Hayvanlar durmuyor, koşmaya devam ediyor. O an ‘Husky’lere ait gerçeği öğreniyoruz. Husky size değil, kızağa bağlı ve o hep gitmek istiyor.
Nereye kadar mı...
Bitap düştüğü yere kadar...
Kuzeyden aklımda kalan en olağanüstü şeylerden biri bu harika köpekler oluyor.
Onlar hakkında epey şey okuyacağım.

Haberin Devamı


Galiba insan donmaya parmak ucundan başlıyor

LEVENT’le, Buz Otel’in bulunduğu köyü geziyoruz.
Tam ‘Fargo’ filmi havasındayız. Yan sokaklardan birinde 2 çocuk bize bakıyor. Nedense aklıma ‘Deliverance’ filminin banjo çalan çocuğu geliyor.
Levent benim fotoğrafımı çekmek için geri adım atarken birden göğsüne kadar derin karın içine saplanıyor. Kar bir anda insan yutan bataklığa dönüşüyor, Levent çırpındıkça daha derine batıyor.
Eldivensiz ellerini bana uzatıp tutmaya çalışıyor. Bense, ‘Fargo’ filminin son sahnesinde, arkadaşını kereste parçalarını toza çeviren makineye atan adama dönüşmüş durumdayım.
Elimdeki iPad’le donmakta olan yol arkadaşımın son anlarını çekiyorum. Tabii ki donmuyor ve elimi uzatıp onu çekiyorum.
Zorlukla konuşan Levent’in ağzından tek cümle çıkabiliyor:
“Abi parmaklarım dondu...”
Aynı duyguyu ben de, kuzey ışıklarını seyretmek için dağın tepesindeki restorana çıkarken, 20 dakikalık telesiyej yolculuğunda yaşadım.
Bu iki bilimsel gözlemin sonucu şu: Galiba insan donmaya parmak uçlarından başlıyor.


Kuzeyde amatör kâşif olmak istiyorsanız dikkat etmeniz gereken 5 şey


-Araba seçimini iyi yapın. Araba tabiatıyla 4 çeker olmalı, özel çivili lastikler bulunmalı. Levent, bir Volvo cX60 seçmişti. Çok memnun kaldık. Yollarda başka arabalar da gördük. Tabii ki araştırıp kendinize uygun bir tercih yapabilirsiniz.
-Kıyafet konusunda danışmanlık alın. Kuzeyde giyilen şeyin ne kadar önemli olduğunu çok iyi anladım. Benimkiler harikaydı.
-Her gezide bir havaya girin. Kendinizi bir roman veya film kahramanı gibi hissetmeye çalışın. Havaya girince acayip zevk alıyorsunuz. Biz Fargo modundaydık. Yani 2 küçük seri katil...
-Mutlaka iyi bir müzik. Spotify hayatımızı harikulade bir filme çevirdi.
-Kuzey ışıklarını göremezseniz üzülmeyin. Çoğu insan bu geziyi kuzey ışıklarını görme hedefine kilitliyor. Yanlış. Çünkü gidenlerin çok azı görebiliyor. Biz göremedik. Dağdan inerken göremediğimiz için seviniyordum. Çünkü kuzeyin harika keyfi bana kalmıştı.


Hangi halimizde hangi müzikleri dinledik


YOLCULUK boyunca en hırpani ve en güzel duygularımızla dinlediğimiz müzikler:
-Vivaldi “Nulla in mundo pax”, Emma Kirkby söylüyor. (Kuzey Kutup Dairesi’ne girerken.)
-Mozart: Laudate Dominum, Cecilia Bartoli söylüyor. (Kar fırtınasında yürürken.)
-Leo Delibes: “Coppelia: Tableau 1: No 1 valse.” (Husky’lerle kızakta kayarken.)
-Erich Wolfgang Korngold: “Die Tote Stadt (The dead city) Op. 12” (Levent kara gömülüp donarken.)
-Kenneth Cooper: “Sonata No. 1 in G Major for Cello and harpsichord” Yo Yo Ma. (Abisco milli parkında, sonsuz beyazlıkta ve sessizlikte yürürken.)
-Evanthia Reboutsika: “Mikres Istories”. (Hem hep hatırlamak, hem hep unutmak istediğimiz en önemli şey aklımıza geldiğinde.)
-Klaus Badelt: “Moonlight Serenade”. (‘Karayip Korsanları filminden’... Görmediğiniz için sevindiğimiz kuzey ışıklarını beklerken.)
-Ariel Ramirez: “Misa Criolla: Kyrie” (Kiruna’da otelde sabah uyanıp, bana verdiği bütün bu güzellikler için Allah’a şükrederken ve çektiğimiz acıların geçmesi için dua ederken.)
-Verdi, “Nabucco Act 3, Va, pensiero, Russel Watson. (Tekrar ‘Döndüm ki döndüğüm yerde değilim’ diyeceğimiz yere dönerken.)

NOT: Bu şarkıların hepsi Spotify’daki ‘Lang Lang klasik’ listemde var.

Yazarın Tüm Yazıları