48 saatlik bir sükûtun hesabı

NUTKUNUZUN tutulduğu anlar vardır...

Haberin Devamı

Şuranıza düğümlenen bir şey çıkmak ister de çıkamaz...
Çıkmak da ne demek, zembereğinden fırlamak ister de o zemberek bir türlü boşalamaz.

***

İçinizden bir yerden “Allah belanızı versin” diye bir feryadın yükseldiğini işitirsiniz.
İşitirsiniz de, Allah’ın o belayı, ancak öteki dünyada vereceğini bildiğiniz için, bu dünyaya haykıracak şeyi bulamazsınız...
“Allah belanızı versin” feryadı, tahsil edilemeyecek bir borç gibi kalır öfke bilançonuzun pasifinde...

***

İşte nutuk dediğiniz şey öyle anlarda tutulur...
Çaresizliğin, umutsuzluğun yağlı ilmek gibi boğazınıza dolandığı bir anda musallat olur size...
Söyleyecek lafı, yazacak kelimeyi bulamazsınız...

***

Oysa şu vicdanım var ya...
Şu 16 yaşında bir kız torununun keyfini, güzelliğini, neşesini yaşamak isteyen şu gönlüm...
Böyle bir vahşeti duyacak, öğrenecek ve oturacak oturduğu yerde...
İki çift laf etmeyecek..
Üç-beş bela okumayacak...
Bırakan “Yarını bekleyememeyi”, üç dakika sonrasını kendine dar edecek, yazacak, içini dökecek, bağırıp çağıracak şu öfkem...

***

Öyle kaldım...
Ağladım...
Dışarı akıtacak neylim varsa, içime aktı...
Bulamadım diyecek kelimeyi...
O sesi...
İçimden bayağı bir lanetten, umutsuz bir bedduadan başka bir şey gelemedi...

***

Mazur görün...
Bir zamanlar ülkeme ait bütün güzel duyguların lime lime olduğu bir umutsuzluğun, bir çaresizliğin sesidir bu 48 saatlik hiçliğim...
Böyle anlarda yerinde duramayan vicdanım, Özgecan için 48 saat tek kelime edemediyse, diyemediyse...
Artık edilecek bedduam, edilecek küfrüm, haykırılacak umudum kalmadığı içindir...
Artık tanıyamadığım, umudumu kaybettiğim, çorak bir ülkenin sessizliğidir bu...
Haymatlos bir erkeğin utancının sükûtudur...

Haberin Devamı

Susun da artık bu sükûtun ikrardan geldiğini anlayalım


48 saattir o cenazeye bakıyorum.
Siz de iyi bakın...
Kadınların sırtladığı bu tabut, harabeye döndürülmüş bir milletin cenazesidir...
Millet olmaktan çıkmış alelade bir erkek kalabalığının, topunun birden kaldıramayacağı kadar ağır bir cenazedir...
Kadınların sırtındaki o tabutta, yakın bir tarihin uzak sosyolojisi yatıyor.

***

O tabutta enkaza çevirdiğimiz talihsiz bir ülkenin bütün
sembolleri var....
Göç var...
Tunceli’den Mersin’e göç etmiş bir ailenin kızı...
Barış var...
Çocukluğu o şehrin adı Barış olan mahallesinde geçmiş.
Özlem var...
Ablasının adı Beste...
Türkiye ortalaması var...
Anne-baba çalışıyor...
Orta alt sınıftan insanlar...
Çağdaşlık var...
İki kızlarını üniversiteye göndermişler. Arkadan oğulları Ali geliyor.
Ve bir kız çocuğunun ‘Çalıkuşu Feride’ tutkusu var...
Özgecan...
Kutuplaşmanın ruhları paramparça, lime lime ettiği bir ülkede psikoloji okuyor...
İşte kadınların omuzlarındaki o cenazeye bakıyorum ve tükenmiş ruhumun kalan son mecali ile haykırıyorum.
Erkek siyasetçiler, Allah’ın belası erkek belagatinin erkek müptedileri...
Erkek siyasetin batasıca vuvuzelaları...
Vicdanları tetiğe dönüşmüş bıyıklı sniper’lar...
Size sesleniyorum.
Kenara çekilin... Susun artık...
Seçim meydanlarında çıkardığınız gürültünün, o kibirli çatapataların, o patırtının artık hiçbir manası kalmadı...
Susun...

***

Bu ülkede kadınlar artık kendi cenazelerini kendileri kaldırıyor.
Kirlettiğiniz sokakları, kararttığınız vicdanları onlar temizliyor, yarattığınız canavarların yakasına onlar yapışıyor...
Sabırları taştı, en şöhretlisinden en şöhretsizine kadar, anlatmaya başladılar...
Korkmuyorlar artık, vuruyorlar bütün o erkek rezilliklerini suratlarımıza...
Yeter... Söz artık, millet olamayan erkek kalabalığının değil...
Yeter artık, söz gaddar ve salyalı bir erkek sokağında tek başına bıraktığınız kadının...
Çekin, seçim meydanlarına uzanmış o riyakâr dilinizi...
Susun...
Susun ki, hiç olmazsa bu sükûtun ikrardan geldiğini anlayalım...

Yazarın Tüm Yazıları