Ece Sükan

Problem diye bir şeyin olmadığı ada Jamaika

29 Temmuz 2018
Jamaika, New York’tan dört saatlik uçuşla vardığınız, dağlık topografyası, yağmur ormanları, sığ kayalıkların yanı sıra muhteşem kum plajlardan oluşan sahilleriyle oldukça etkileyici bir ada. Reggae müziğinin ve James Bond serisinin doğduğu yer. Adanın tamamına rafine bir sadelik hâkim. Mottosu ise ‘Problem diye bir şey yoktur’. Biz de sakinliğin tadını çıkarmak için gittik.

Bu Karayip adasının yaşam felsefesini sade bir biçimde özetlemek gerekirse, “Problem diye bir şey yoktur, sadece durumlar vardır” diyebiliriz. Zaten Jamaika’da her şey oldukça rafine. Fazla, gereksiz hiçbir şey yok. Bu durumu otellerde de tarzları birbirinden ne kadar farklı olursa olsun bir standart olarak hissedebiliyorsunuz.



Jamaika, New York’tan dört saatlik uçuşla vardığınız, dağlık topografyası, yağmur ormanları, sığ kayalıkların yanı sıra muhteşem kum plajlardan oluşan sahilleriyle oldukça etkileyici bir ada. Adeta kendi fon müziğiyle beraber deneyimleniyor. Efsane müzisyen Bob Marley, 1960’larda reggae müzigi bu adadan dünyaya ve tüm zamanlara yaydı. Haliyle egzotik ülkeden çıkmış dünya çapında ünlü bir isim olarak turizmi de yapılıyor. Ama bir Küba-Hemingway eşleşmesindeki gibi yoğunluk yok, yine sakin her şey.
Keşfetmeyi, akışa bırakarak deneyimlemeyi seven iki arkadaş olarak yine neredeyse hiç araştırma yapmadan, yine hava raporuna bakmadan, sadece kalmak istediğimiz otelleri belirleyerek yola koyulduk. Yaz başında, yorgunluğa dönüşmeyecek bir tatildi ihtiyacımız. Bolca deniz, güneş, yemyeşil tropik bir doğa hayalleriyle vardık adaya. Hani bazı tatillerden dönüşte bir tatile daha ihtiyacınız var gibi hissedersiniz, çünkü hep koşturmacayla geçmiştir zaman... Jamaika tam hayal ettiğimiz gibiydi; ayağımızdaki tek parmak arası terliği bile bir noktada tamamen bırakmış olduğumuzu gördük.



Yazının Devamını Oku

Ece Sükan Haute Couture Haftası’ndan bildiriyor! Bir Paris rüyası

8 Temmuz 2018
Paris, kavurucu sıcağa inat, dünyaca ünlü modaevlerinin sonbahar-kış couture koleksiyonlarının defilelerine ev sahipliği yaptı. Haute Couture haftasında ünlü modaevleri kendi temellerine, arşivlerine ve referanslarına ithaf ettiği koleksiyonlarla nefes kesti. İşte öne çıkan defileler ve dikkat çeken detaylar...

Givenchy modaevinin taze tasarımcısı Clare Waight Keller, modaevinin kurucusu Hubert de Givenchy’nin geçen şubat ayında vefatı üzerine ünlü tasarımcıya adadığı koleksiyon ile epik bir defile gerçekleştirdi. Audrey Hepburn’ün çoğunlukla ‘Breakfast at Tiffany’s’ filmindeki ikonik Givenchy kıyafetlerinden esinlenilen koleksiyon final sahnesinde çalan ‘Moon River’ duygusal anlara da sahne oldu.

 Chanel modaevi, Grand Palais içerisinde Paris’in Seine Nehri kıyısını set tasarımı olarak yeniden yaratmıştı. Ve koleksiyon da Karl Lagerfeld’in 1950’lerden beri yaşadığı Paris şehrine adanmıştı. Tüvitler, fermuarlarla detaylandırılmış elbiseler, şifon pliseler ve işlemelerle modern couture tanımını yapan Lagerfeld, sofistike, elegan ve genç bir Paris rüyası sundu.

 Valentino modaevinin tasarımcısı Pierpaolo Piccoli her zamanki gibi muhteşem bir koleksiyona imza attı. Hazır giyim koleksiyonlarından farklı olarak couture koleksiyonlarında kendi ‘güzellik’ tanımını daha derin ve daha samimi bir şekilde ele alan Piccoli tasarımlarındaki modern çizgilerini ‘fantezi dünyası ile ustaca birleştiriyor. Yunan mitolojisi, 18. yy resimleri, Ziggy Stardust, Pasolini filmleri ve Deborah Tuberville fotoğraflarından ilham alarak harmanladığı koleksiyon tek kelimeyle müthişti.

 Öne çıkan bir diğer defile, Fendi’ninkiydi. Renk skalası ve romantik kesimleriyle öne çıkan parçalar başarılıydı. Dikkat çeken diğer nokta, imitasyon kürklerin de koleksiyonda yer bulması... Versace ve Gucci kürk kullanmaya tövbe ederken,  Fendi gerçek kürk kullanmakta yıllardır ısrarcı. Acaba bu koleksiyonla marka da tavrını değiştirecek mi?

Giambattista Valli ve Elie Saab siyah ve  gri  ağırlıklı, kurdelelerle bezeli koleksiyonuyla öne çıktı. Not edin; Pembe kışın hit rengi olacak.

BU KIZA DİKKAT!

Yazının Devamını Oku

Tarafsızlığın da modası geçti

11 Mart 2018
Dört hafta, dört şehir ve yüzlerce şovun ardından bir moda maratonu bitti. New York, Londra, Milano ile devam edip Paris’te sona eren yolculuk, üzerinde çok konuşulacak ve düşünülecek fikirlerle doluydu. Defilelerde sadece kesimler, renkler, desenler değil, siyasi mesajlar da vardı.

En iyi 8 defile: Parlak renkler, modern kesimler

Tasarımcılar ve markalar için daha önce yazılmamış yepyeni hikâyeler yazmak elbette zor. Özellikle köklü bir modaeviyse korkutucu ve riskli olabiliyor. Ancak bu korku da, tasarımcıları geçmiş referansları kullanma kısırdöngüsüne itebiliyor. Ticari başarı baskısı altındaki tasarımcılar, önceden ‘tutmuş’ ve ‘iyi satmış’ formülleri sonuna kadar kullanıyorlar. Hal böyle olunca da moda haftalarında izlenen yüzlerce defileden ve koleksiyondan sadece bazıları akıllarda kalıyor, heyecan yaratıyor.

CHANEL: ‘70’lerle dolu kış bahçesi
Görkemli Grand Palais’nin içerisi bu kez Karl Lagerfeld için çok sevdiği sonbahar yaprakları ile dolu, gerçek toprak kokan, dev ağaçların olduğu bir ormana dönüşmüştü. Birçok dönemin siluetlerinin yer aldığı geniş koleksiyonda, tüvitlerin kombinlendiği pop renkler, yer yer 70’ler ve sezonun en belirgin trendlerinden ‘puffer’ montları Chanel klasik ceketleriyle birleştirdiği koleksiyon sezonun en iyilerindendi.

MONCLER: Endüstri devrimi

Yazının Devamını Oku

Modanın kutsal ayından geriye kalanlar

8 Ekim 2017
Vitrinlerde, 2017-2018 sonbahar-kış koleksiyonları hızla yerini alırken, dünyanın dört büyük moda başkenti New York, Londra, Milano ve Paris moda haftalarında. önümüzdeki yazın koleksiyonları sergilendi. Modanın kutsal ayı henüz sona ermişken, öne çıkan markalara, defilelere ve trendlere bir göz atalım...

New York Moda Haftası’nda öne çıkan renk, Pantone’nin de öngördüğü gibi sarıydı.

 Rihanna, Kim Kardashian ve Kendall Jenner’ın bel çantalarını bu yaz herkeste göreceğiz.

 Şortlu takımlar bu yaz oldukça revaçta olacak.

 Tunikler, spagetti askılı transparan veya şifon kuyruklu elbiseler, özellikle de pantolonların üzerine katlı giyim stili yaz için iyi birer alternatif olacak.

 Son birkaç sezondur gözlemlediğimiz 90’lar modasının dönüşü, bele gömlek, kazak, ceket bağlama fenomeni, tasarımlarda kendisine yer buldu. Bel bölgesinde hareketli ve düğümlü tasarımlar her yerde.

 Püskül ve kuş tüyleri büyük bir geri dönüş yapıyor.

 Bermuda şortlar asla “asla” demeyenler için dönüyor.

 Rugan ve parlak deriler yazın ışıldıyor.

Yazının Devamını Oku

Zaten hayatta en sade şeyler en karmaşıktır

7 Ekim 2017
Son dönemin en çok konuşulan, en heyecan verici sergisi, Haluk Akakçe’nin ‘AKASHA, Vahşi Çiçekteki Cennet’i... 15. İstanbul Bienali ile eşzamanlı olarak, Dirimart Dolapdere’de sergilenen Akakçe eserleri, rüyaların gerçek dünyayla ilişkisini sorguluyor. 28 Ekim’e kadar devam eden sergi vesilesiyle Akakçe’nin dünyasına girdik: “Her açıdan bakmak istiyorum. Su da olmak istiyorum, bardak da... Bardaktaki ruj izi de, onun içine düşen gölge de...”

◊ Dirimart’taki serginde neler göreceğiz?
-Her şey birbirine bağlı. Siyah-beyaz, renkli resimler, rölyefler. Eskizlerim var, geçirgen, nefes alan. Uçan bir halı gibi, ağırlığını inkâr eden bazı yerlerde daha ağır olmasına rağmen hafif görünen, tıpkı bir balerin. Çünkü dans bana en liberal, en uluslararası ifade gibi geliyor. Belki babam klasik bir balet olduğu için böyle bir şey yapmaya karar verdim ve çalışmaya başladım. “Bütün dengelerin yok olduğu, yerçekiminin ifade biçimlerimize yeni bir mana getirme şansı bulduğu bir evren yaratabilir miyim” diye düşündüm sergiyi hazırlarken. New York Drawing Center’daki ilk sergimde gösterdiğim karakalem çizimler var. Karakalem çizimlerimi daha önce Avrupa’da göstermediğim için bu benim ilk şansım. Siyah maskeli figürler var. Rüyaların gerçek dünyayla bağlantısı, astral seyahatle ilgili merakım da burada ortaya çıkıyor biraz.

◊ Astral seyahatin gerçek olduğunu mu düşünüyorsun?
-Evet inanıyorum ve astral seyahatle ilgili deneyimlerim de var. Rüyalarımda gerçek olduğunu düşündüğüm dünyalara gidebildim. Farklı boyutları tekrar tekrar ziyaret edebildim.

◊ Gittiğin yerleri uyandıktan sonra hatırlıyor musun peki?
-Müthiş şeyler deneyimledim, rüyalarımı kontrol edebiliyorum. Kendimi hazırlıyorum, sıkça gittiğim yerler var, gittiğim zaman hangi çekmecede ne olduğunu bildiğim yerler. Rüyalarımda şekil bile değiştirebiliyorum. Hatırlamayı öğrendim. Bazen bir şeyi görüyorum ve onu hatırlıyorum. Şu anda sahip olduğumuz, ‘idrak’ denen farkına varış, anlayış ve kapsama yerleştirme dürtülerinin çok dışında bizi çevreleyen ilişkiler var. "Ankaralıyım, orada doğdum, büyüdüm" gibi detaylardan çok öte bir bütünlük var ve bu farklı boyutlarda. Bu boyutlarda ilerledikçe belirli frekansları tanımayı fark etmeyi öğreniyoruz.

◊ Einstein’ın bu konuyla ilgili ünlü bir sözü var. “Sahip olmayı istediğiniz gerçekliğin frekansına uyumlandığınızda artık yapacak bir şey yoktur. O gerçeklik size ait olur.” Sence, aynı frekansta olduğumuz her şeye sahip olabilir miyiz?

Yazının Devamını Oku

İstanbul’un geri gelen enerjisini görmek istediler

17 Eylül 2017
Bu yılki moda haftasının marka elçiliğini yazarımız Ece Sükan yaptı. Yurtdışında moda alanında etkili basın mensuplarını ve tasarımcıları burada ağırlayan Sükan, konuklarının neden yoğun programlarına rağmen bu etkinliğe ajandalarında yer açmakta tereddüt etmediklerini anlatıyor...

◊ Bu yıl etkinliğin marka elçiliğini üstlendim. Uluslararası basından bir gruba eşlik ettim. Achtung Magazine Genel Yayın Yönetmeni Markus Ebner, A Magazine Genel Yayın Yönetmeni Daniel James Thawley, tasarımcı Esteban Cortazar, Hercules Magazine Genel Yayın Yönetmeni Francesco Sourigues, Solar Magazine Genel Yayın Yönetmeni Igor Ramirez, moda danışmanı, editörü Elisa Nalin ve uluslararası moda endüstrisinin en etkin isimlerinden Leaf Greener sıkışık programlarına rağmen etkinliğimize gelmekte tereddüt etmedi. Hepsi İstanbul’un enerjisinin geri geldiğini görmek istiyordu sanki.

◊ Bu yıl İstanbul Moda Haftası, New York Moda Haftası’nın son günleriyle çakıştı. Öte yandan İstanbul’un; bienal ve Contemporary Istanbul başta olmak üzere büyük bir sanat hareketliliği içinde olması moda haftasına dinamizm kattı. İstanbul’u tekrar ayağa kaldırmak için kültür sanat, moda, tasarım gibi yaratıcı endüstrilerin bir araya gelip bu sinerjiyi yaratması önemli.

◊ Konuklar seyahatlerinden de moda haftasından da çok memnun kaldılar. İstanbul Moda Akademisi’nin defilesinde birkaç genç yeteneğin adını not ettiler.

◊ Etkinlik kapsamında ‘Fashion Without Borders’ (Sınır Tanımayan Moda) başlıklı bir panel düzenledik. Bu panelle, ilgililerin uluslararası moda arenasında işlerin nasıl yürüdüğüyle ilgili bilgi ve ilham almasını hedefledik.

23: Bu yılki Moda Haftası’nda koleksiyon sergileyen marka ve tasarımcı sayısı


Yazının Devamını Oku

Obama’lara komşu Bali tatili

9 Temmuz 2017
Cansu ve ben, sadece ‘gitmek’ istiyorduk galiba, yeni bir yere, enerjiye... Hiç gitmediğimiz bir yer olsun, yeni bir enerji, kum, güneş... Kendimizi pirinç tarlaları, seremoniler, maymunlar ve çılgın bir doğa birleşimi Bali’de bulduk...

Bir yola çıkalım dedik. Hiç gitmediğimiz bir yer olsun. Yeni ve yeniden bir enerji istedik. Deniz, güneş, kum da mutlaka... Pek de araştırma yapmadık gitmeden önce;  yeni gidip gelmiş olan arkadaşlarımız Emre ve Liana ile ayaküstü sohbet ettik, yaptıkları yol rotasını almak üzere sözleştik, ama onu bile almadan kafamızdaki klasik, palmiyeli, tapınaklı imajla yollara koyulduk. Ha bir de, benim birkaç ay önce çok sevdiğim müzik grubu ‘Allahlas’ ve ‘Reverbration Radio’nun Instagram hesaplarından, onların gidip çaldıkları mekânlardan biri olan Canggu bölgesindeki ‘The Slow’ da aklımızın bir köşesine not alınmıştı sadece, o kadar.

Hatta o kadar bakmamışız ki hiçbir şeye, gitmeye iki gün kala, bir arkadaşımız sayesinde kalacağımız tüm 10 gün boyunca hava durumunun fırtınalı yağmur gösterdiğini gördük. Birkaç farklı kanaldan da sağlamasını yaptığımız sağanak yağışlı tatilimiz için beklentilerin aksine çok da panik yapmadık; biz sadece ‘gitmek’ istiyorduk galiba, yeni bir yere, yeni bir enerjiye...  En son bavullarımızı yaparken konuştuğumuzda “Naapalım, bol bol masaj yaptırır, kitap okur, tapınakları filan gezer, yağmurlarda arınırız işte” diyerek konuyu bir daha açmamak üzere kapattık.

MICHELLE İLE BİRAZ DERTLEŞSEK?

İlk durağımız Nusa Dua bölgesindeki Amanusa Hotel’e 16 saatlik yolculuğumuzdan sonra vardığımızda bize göz kırpan güneş, tüm seyahatimiz boyunca başımızdan eksik olmadı. Evet, tüm hava durumu raporları acil çöpe! Yüksek bir bölge olan Ubud’da bir ‘gece yağmuru’ dışında güneş hep bizimleydi...

İlk üç gün deniz-güneş hasretimizi gidermek, etrafımızdaki plajları görmek üzere yakınımızdaki birkaç yere gidip geldik. İlk günlerde motivasyon yüksekliğinden pek farkına varmadığımız bu gidip gelmelerdeki yapılan yolun ve trafiğin fazlalığı son günlerde hayatımızı tamamen bu faktöre göre planlamamıza neden oldu...

Yazının Devamını Oku

Güzellik gelip geçer mi?

23 Nisan 2017
Reklam kampanyalarıyla her zaman sansasyon yaratan, Kate Moss efsanesinin başlamasına neden olan Calvin Klein’dan yine çok konuşulacak bir hamle... Marka, iç çamaşırlarını 73 yaşındaki süpermodel Lauren Hutton’la tanıttı. Sofia Coppola’nın yönettiği reklam filminin motto’su güzelliğin gelip geçici olmadığı...

Moda endüstrisinin tüketiciye dayattığı, algı yönetimini yaptığı ve dönemlere göre değiştirdiği güzellik anlayışı, moda markalarının iletişim mecralarında da bu anlayışa paralel söylemlere zemin hazırlıyor. Ve modanın artık ‘dahil edici’ olma tavrı, markaların iletişim alanlarında da kendini gösteriyor.


Geçen yıl markanın yüzü 20 yaşındaki ‘kusursuz güzel’ Bella Hadid’di. Onun yerini 73’lük Lauren Hutton’ın alması markanın değişimini de gösteriyor.  

Özellikle iç çamaşırı reklamları kadınların meta olarak kullanılmasına oldukça açık riskli hattın üzerinde seyreder. Mükemmel kadınlar, kusursuz vücutlar, ideal arzu nesneleri olarak kanatlarıyla podyumda yürüyen Victoria’s Secret modelleri gibi... Geçen sene, Calvin Klein da aktris Klara Kristin’le çektiği reklam karesiyle tartışma yaratmıştı. Eteğin altından çekilmiş bir iç çamaşırı karesi de bu sebeple tepkilere maruz kalmıştı.


Klara Kristin

Calvin Klein, 1980’lerden beri reklam kampanyalarıyla dikkatleri, yer yer şimşekleri üzerine çeken bir marka. Aynı zamanda 90’lardaki ilk Kate Moss’lu reklamlarıyla dönemin güzellik anlayışını sarsan vizyonu getiren marka. O dönemin ideal vücut tipi ve güzellik standardının kenarından bile geçmeyen, çelimsiz, genç, androjen görünümlü bir modelin seçilmesi oldukça cesur bir vizyondu. Kate Moss efsanesi böyle başladı.

Artık sırt dönmek yok!

Yazının Devamını Oku