Özür dilemekten korkmayın

CANSU ÇAMLIBEL’in Nuri Bilge Ceylan’la (*) yaptığı röportajı okurken, iyi yönetmenin yargılarının, görüşlerinin birçoğuna katıldığımı fark ettim.

Haberin Devamı

Bir sanatçının yarattıklarının ardındaki düşünceleri merak ederim.
Günlük yaşama nasıl bakar, bir aydın olarak konumu hakkındaki kaygıları nelerdir. Kısaca bir yurttaş kimliğiyle sanatçı kimliği nasıl örtüşür.
Cansu Çamlıbel’in her pazartesi röportajlarını beğenerek, öğrenerek okuyorum.
Nuri Bilge Ceylan, düşüncelerini sloganın aldatıcılığına sığınmadan anlatmış.
Sorulara verdiği yanıtlardan birçoğunun altına onay notu koyabilirim.
“Türk aydını kendini tanımada kara cahil” yargısı gerçeklik oranı yüksek bir saptama. Aydınımız başkasını değerlendirmede, eleştirmede, suçlamada kendinde hak görüyor ama bu ölçütleri, bu tavrı kendisi için kullanmıyor. Ben bunun nedenlerini düşündüğümde, birinci sırada Doğu-Batı ikilemi içinde yerini tayin edememe sıkıntısından ileri geldiği kanısındayım. Aydınlar özellikle davranışlarında kendilerini ispatlama telaşını yaşıyorlar. Çok defalar tanık oldum, Türk aydını bir Batılı ile karşılaştığında, onun dilini ondan daha iyi bildiğini, Batı kültürünü hazmetmiş olduğunu göstermek için olağanüstü çaba gösterir. Böyle bir ikilem içinde kalan aydın, sahih, inandırıcı olmuyor.
“Bir takım değer yargılarını irdeleyen bir film yapmak istedik” sözü bir sanatçının gözlemciliğinin sonucunda vardıklarını kullanmasıdır. Türk aydını konusunda çok düşünmüş, onların olumsuz yanlarını yansıtmış edebiyat ustalarından biri de Kemal Tahir’dir, yazılarında ve konuşmalarında bu konuya çok değinirdi.

* * *

Haberin Devamı

ÖZÜR dilemek, şanımıza yakışmaz, büyüklüğümüze halel getirir(!) Bu anlayış fena halde gündelik yaşamımıza sirayet etmiş durumda! Ne kötü... Çünkü geleneksel alışkanlıkla, kabahatlerimizi gizleriz.
Bir yazarın yakını için söylediklerini yineleyelim: İyi bir yazar olabilirdi ama yazarı yazar yapan zaafı yoktu.
Bizler ne yazık ki, zaafımızı, kusurlarımızı kabul etmiyoruz, zaaflarımızla büyümekten korkuyoruz. Hele toplum içinde statü sahibi isek, o özür asla dilenemiyor... Aydınımız da, statü sahibi başka isimler de kötülüğü/hatayı/zaafı kendinde arama duygusundan yoksundur. Çocuğumuzu baştan çıkaran arkadaşıdır, okulda hoca takar, işyerinde şefi-müdürü onu engeller... Hatadan münezzeh bir kişi, özür dileyecek bir malzemeye sahip olamaz. Özeleştiri yapılabilir mi?
Erkekler ağlamaz, diyerek çocuk yetiştirilen bir toplumda, hangi erkek özür diler. Herkes Mevlânâ’dan, Yunus’tan söz eder ama onların düşüncelerini hayatının içine uğratmaz.
Yazar ne demiş, mütevazı olma sahi zannederler. Yani onu da gösteriş olarak yapabilirsin.
“Bizde önce itiraf kültürü gelişmeli.” Röportajın can yakıcı bir bölümünü tekrar okuyalım: “Bizim halk zayıflığı sevmiyor. Zayıflığın ne şekilde olursa olsun sergilenmesini erdem olarak görebilecek bir gelenek yok.”
Oysa bunca din adamının kitabını okuyanlar, bunca tasavvuftan söz edenler, eğer okuduklarını sindirseler, özür dilemesini öğrenirlerdi.
Nuri Bilge Ceylan’ın söylediğinden şunu çıkarabilirim. Toplum, özür dileyenlere, itiraf edenlere gerekli saygıyı göstermeli. Bu alanda toplumsal bir eğitim gerekiyor. Bana kalırsa, bunu da ancak edebiyat, sanat gerçekleştirebilir. Çünkü sanatın, edebiyatın dışındaki bütün yapılanlar ham bir girişim olarak kalır.
Nuri Bilge Ceylan abartmadan, bağırmadan, böbürlenmeden bazı kavramlar üzerinde sakin kafayla düşünmeye çağırıyor bizi.

Haberin Devamı

(*) Yüz Yüze Pazartesi, Cansu Çamlıbel, Hürriyet, 19 Mayıs 2014 Pazartesi. (Röportajın tamamını internetten okuyabilirsiniz.)

Yazarın Tüm Yazıları