Dünya Tiyatro Günü bildirisi

HER yıl 27 Mart Dünya Tiyatro Günü’nde birer bildiri yayınlanır.

Haberin Devamı

Biri uluslararası, diğeri de ulusal bildiri. Yanlış anımsamıyorsam uzun yıllar önce sadece uluslararası bildiri okunurdu, sonradan ulusal bildiri de yayınlanmaya başlandı. Bu bildiriler temsil öncesi okunurdu.
27 Mart günü de birçok tiyatro, güne özel olarak perdelerini ücretsiz açarlardı. Özel tiyatroların bunu ne oranda gerçekleştirdiklerini bilmiyorum.
Ne var ki, Devlet Tiyatroları ile Şehir Tiyatroları bu geleneği sürdürüyorlar.
Bu yıl da iki bildiri yayımlandı.
Uluslararası bildiriyi Polonyalı yönetmen Krzysztof Warlikowski yazdı. Onu sayfamızda iyi oyun yazarı Refik Erduran’ın çevirisinden okuyacaksınız.
Muhsin Ertuğrul’un kurduğu merkezin ikinci başkanı bu yıl doğumunun yüzüncü yılını kutladığımız Haldun Taner’di. 2015’in “Haldun Taner Yılı” ilan edilmiş olması dolayısıyla bu yılın bildirisini eşi Demet Taner kaleme aldı.
Krzysztof Warlikowski’nin dünya tiyatro günü bildirisinden bazı satırları beraber okuyalım:
“Gizli coşkuları tiyatro kadar başarıyla dışa vuran başka bir şey yoktur.
Benim en sık peşine düştüğüm kılavuz geçmişte yazılmış kimi metinlerdir. Onları kaleme alanlar neredeyse yüz yıl önce Avrupa tanrılarının yavaş yavaş çöküşünü kâhin gibi ama abartıya kaçmadan gözler önüne serdiler. Beni sabah akşam düşündüren o yazarların anlattığı, uygarlığımızı bugün hâlâ dağıtılamamış bir karanlığa gömen ışık kaybıdır. Aklımda Franz Kafka, Thomas Mann ve Marcel Proust adları var. Bugün o kâhinler grubuna John Maxwell Coetzee adını da ekleyebilirim. (...) Her gün yeni yeni yerlerde suçlar ve çatışmalar patlak vermekte. Bu öyle hızlı oluyor ki her yerde hazır ve nazır günümüz medyası bile haberlerine yetişemiyor. Yangınlar çok geçmeden ilginç olmaktan çıkıp basın bültenlerinden siliniyor, bir daha da göze görünmüyor. Biz âciz kalıyor, dehşete kapılıyor, kendimizi köşelere sıkışmış hissediyoruz. (...) Tiyatronun varlığını gerektiren ise tam bu işte. O kendi gücünü tam burada aramalı. Bakmanın yasak olduğu yerlerin iç taraflarını gözetlemeli.
‘Efsane açıklanamayacak şeyi açıklama çabasında. Temeli gerçek olduğu için, sonunda açıklanamayacak bir yerlere ulaşmalı.’ Kafka, Prometheus efsanesindeki dönüşümden böyle söz ediyordu. Kesinlikle inanıyorum ki aynı sözler tiyatro için de geçerli olmalı. Onun emekçilerinin hesabına, yani sahnedekiler kadar seyirciler arasındaki emekçilerinin de adına, bir dileğim var. Öyle bir tiyatro olsun. Gerçekliğin temeline otursun ve hedefini uzanacağı açıklanamaz sonlarda bulsun. Bütün kalbimle diliyorum bunu.”
Demet Taner
ise bildirisinde tiyatronun önemini şöyle vurguluyor:
“Tiyatro neden önemli: Çünkü, Haldun Taner’in deyişiyle ‘Tiyatro, uygarlığı, bütün yurt sathına ulaştıran çok etkin bir sanat dalı’ da ondan.
Bir oyunun önsözünde şunları söylüyor: ‘Tiyatro elbet insanlığın ortak malı. Tiyatro tarihi her ulusa ortak ve zengin bir birikim sağlıyor. Ama her ulus da ona yüzyıllar boyu kendi özelliğinden katkılarda bulunmuş, bulunuyor. Tiyatro alanındaki yeni görünen yolların çoğu işte hep bu eski ve yeni yöresel katkılardan doğuyor.’
Tiyatro; yüzümüze tuttuğu aynada kendimizi görmemizi, anlamamızı, yalnızca bizim mi, tüm insanlığın sorgulanmasını sağlar. Kendi toplumunun yanlışlarına parmak basarken, insana yönelir, insanı anlatırken insanlığa seslenir. Dünyanın en küçük bir ölçeği olan sahneden, insandan insana, oyuncudan seyirciye geçen duygu ve düşüncelerle, seyirciyle bütünleşir. Onun için seyirci tiyatronun olmazsa olmazıdır. Bütün bunların olabilmesi için ise eleştirel aklın, özgür düşüncenin var olması gerekir. (...)
Öyleyse bütün yurdumuzu tiyatro sahneleriyle donatalım. Tiyatroları çoğaltalım. Tıpkı dağları aydınlatan çoban ateşleri gibi, yurdumuzu sahnelerin ışığıyla aydınlatalım. Sözlerimi, Haldun Taner’in sözleriyle noktalıyorum. Çünkü: ‘Türkiye anlamına gelen bizden, insanlık boyutundaki BİZE uzanmak istiyoruz’.”

Haberin Devamı

TİYATROYA emek veren herkesin, Dünya Tiyatro Günü’nü kutluyorum.

***

Haberin Devamı

Ülkemizde 27 Mart Dünya Tiyatro Günü programlarını her yıl ITI-UNESCO Türkiye Merkezi düzenliyor. Muhsin Ertuğrul’un kurduğu merkezin ikinci başkanı bu yıl doğumunun yüzüncü yılını kutladığımız Haldun Taner’di. 2015’in “Haldun Taner Yılı” ilan edilmiş olması dolayısıyla bu yılın bildirisini onun eşi Demet Taner’in hazırlaması uygun görüldü. Bildirisi şöyle;

Bugün Dünya Tiyatro Günü.
Tiyatrolar bu akşam kapılarını izleyicilerine ücretsiz açıyorlar.
Fikirlerine saygı duyulan, söyleyecek sözü olan, tiyatroyu bilen kişiler, her yıl hazırladıkları bildirilerle tiyatronun önemini seyirciyle paylaşıyorlar.
Bu yıl ise bu onurlu görev, Haldun Taner’in doğumunun 100. yılını kutlamamız dolayısı ile bana verildi.
Sanat olmasaydı, yaşamı güzelleştirmenin ve zorluklarına katlanabilmenin ne kadar güç olacağını düşünüyorum. Bütün olumsuzlukların, çirkinliklerin, sömürünün, çağlara göre şekil değiştirse de hep var olduğuna, insanlık onurunu korumanın, geleceğe olan inancın, sanatla ve sanata gönül vermiş insanlarla, bir panzehir gibi etki yaptığına, onların varlığıyla insanlık yürüyüşünün anlam kazandığına inanıyorum
Tiyatro neden önemli: Çünkü, Haldun Taner in deyişiyle “Tiyatro, uygarlığı, bütün yurt sathına ulaştıran çok etkin bir sanat dalı“ da ondan.
Bir oyununun ön sözünde şunları söylüyor:
“Tiyatro elbet insanlığın ortak malı. Tiyatro tarihi her ulusa ortak ve zengin bir birikim sağlıyor. Ama her ulus da ona yüzyıllar boyu kendi özelliğinden katkılarda bulunmuş, bulunuyor. Tiyatro alanındaki yeni görünen yolların çoğu işte hep bu eski ve yeni yöresel katkılardan doğuyor.”
Tiyatro; yüzümüze tuttuğu aynada kendimizi görmemizi, anlamamızı, yalnızca bizim mi, tüm insanlığın sorgulanmasını sağlar. Kendi toplumunun yanlışlarına parmak basarken, insana yönelir, insanı anlatırken insanlığa seslenir. Dünyanın en küçük bir ölçeği olan sahneden, insandan insana, oyuncudan seyirciye geçen duygu ve düşüncelerle, seyirciyle bütünleşir. Onun için seyirci tiyatronun olmazsa olmazıdır. Bütün bunların olabilmesi için ise; eleştirel aklın, özgür düşüncenin var olması gerekir.
Sanatın kökleri, İlk Çağlardaki ilkel insanın dünyasına kadar uzanıyor. Bugünün tiyatrosu ise, Antik Yunan’dan bu yana yıllardır varlığını sürdürüyor. Bizim tiyatromuz, geçmişten geleceğe doğru yol alırken, Cumhuriyetin kazanımları ve Atatürk’ün sanata, kültüre ve sanatçıya verdiği değerle zenginleşmiş.
Dünya hızla değişiyor. Ama insanın gereksinmeleri hiç değişmiyor. Benzerliklerimiz ve farklılıklarımız, inançlarımız ve düşüncelerimiz, bir anlamda zenginliğimizi yaratırken, aslında hepimiz, insanlık denen bir ortak paydada buluşuyoruz. Bu noktada herkesin sevgiye, anlayışa, barışa, yaşamı paylaşmaya ihtiyacı var. Sevgiyle her şeyi kucaklamak için; karanlık değil, aydınlık gerek. Bütün çirkinlikleri güzelleştirmek için, haksızlıkları silmek için, Aydınlık!
Öyleyse bütün yurdumuzu tiyatro sahneleriyle donatalım. Tiyatroları çoğaltalım. Tıpkı dağları aydınlatan çoban ateşleri gibi, yurdumuzu sahnelerin ışığıyla aydınlatalım.
Sözlerimi, Haldun Taner’in sözleriyle noktalıyorum.
Çünkü: “Türkiye anlamına gelen bizden, insanlık boyutundaki BİZE uzanmak istiyoruz.’’
Demet Taner

Haberin Devamı

***

Krzysztof Warlikowski (Polonyalı yönetmen)
Tiyatronun gerçek ustalarını bulmanın en kolay yolu onları sahnenin çok uzaklarında aramaktır. Genelde öyleleri tiyatronun gelenek kalıbı sürdüren ve klişe kopyalayan bir makine gibi kullanılmasıyla ilgilenmezler hiç. Onlar atan nabzın peşindedirler; gösteri salonlarının ve şu ya da bu dünyayı kopyalama derdindeki insan yığınlarının açığından geçmeye yatkın canlı akımları ararlar. Biz seyircilerle tartışmaya ve yüzeyin altında kabaran duygulara odaklanmış dünyalar yaratacak yerde, mevcudu kopyalama yoluna gidiyoruz. Oysa gizli coşkuları tiyatro kadar başarıyla dışa vuran başka bir şey yoktur.

Benim en sık peşine düştüğüm kılavuz geçmişte yazılmış kimi metinlerdir. Onları kaleme alanlar neredeyse yüz yıl önce Avrupa tanrılarının yavaş yavaş çöküşünü kâhin gibi ama abartıya kaçmadan gözler önüne serdiler. Beni sabah akşam düşündüren o yazarların anlattığı, uygarlığımızı bugün hâlâ dağıtılamamış bir karanlığa gömen ışık kaybıdır. Aklımda Franz Kafka, Thomas Mann ve Marcel Proust adları var. Bugün o kâhinler grubuna John Maxwell Coetzee adını da ekleyebilirim.

Bu kişilerin ortaklaşa sezdikleri, dünyanın sona ermesinin kaçınılmazlığı idi – gezegenin değil, insan ilişkilerinin bugünkü modeli anlamındaki dünyanın. Dipten gelen kabarmalar toplum düzenini alt üst etmekte. O sezgi bütün acılığıyla bizim için bugün ve burada da geçerliğini koruyor. Dünya sona erdikten sonra da yaşamayı sürdüren bizler için. Her gün yeni yeni yerlerde suçlar ve çatışmalar patlak vermekte. Bu öyle hızlı oluyor ki her yerde hazır ve nazır günümüz medyası bile haberlerine yetişemiyor. Yangınlar çok geçmeden ilginç olmaktan çıkıp basın bültenlerinden siliniyor, bir daha da göze görünmüyor. Biz âciz kalıyor, dehşete kapılıyor, kendimizi köşelere sıkışmış hissediyoruz. Artık kuleler dikmek gelmiyor elimizden. Duvar yapımını inatla sürdürüyoruz ama çektiğimiz duvarlar bizi hiçbir şeyden korumuyor artık. Tersine, bakım ve savunma gerektirdikleri için biz onları korumak zorunda kalıyoruz; yaşam enerjimizin büyük bir bölümü öylece heder oluyor. Kapının ötesinde, duvarın gerisinde ne bulunduğunu görmeye çalışacak gücümüz de kalmadı. Tiyatronun varlığını gerektiren ise tam bu işte. O kendi gücünü tam burada aramalı. Bakmanın yasak olduğu yerlerin iç taraflarını gözetlemeli.
“Efsane açıklanamayacak şeyi açıklama çabasında. Temeli gerçek olduğu için, sonunda açıklanamayacak bir yerlere ulaşmalı.” Kafka Prometheus efsanesindeki dönüşümden böyle söz ediyordu. Kesinlikle inanıyorum ki aynı sözler tiyatro için de geçerli olmalı. Onun emekçilerinin hesabına, yani sahnedekiler kadar seyirciler arasındaki emekçilerinin de adına, bir dileğim var. Öyle bir tiyatro olsun. Gerçekliğin temeline otursun ve hedefini uzanacağı açıklanamaz sonlarda bulsun. Bütün kalbimle diliyorum bunu.
Çeviri: Refik Erduran

Yazarın Tüm Yazıları