Başşar ile Sisi ve

Suriye’de, ‘barış’ da Başşar’ın düşmesi de yakın gelecekte görünmüyor. Mısır’a da benzeri ölçülerle bakıldığında Sisi’nin kitlesel tabanı pek yabana atılır değil.

Haberin Devamı

Suriye cumhurbaşkanlığı seçimlerinin kesin sonuçları açıklandı. Suriye Meclis Başkanı tarafından yapılan açıklamaya göre Başşar Esad, 10 milyon 319 oy almış. Yüzde 73.42’lik bir katılma oranının öne sürüldüğü bir seçimde, bu oyların yüzde 88.7’si anlamına geliyor.
Seçim illa 'demokratik' olacak, 1990’larda babasının tek başına girdiği seçimlere benzemeyecek ya; Başşar’a karşı iki parti yarışa sokuldu. Bunlardan biri yüzde 4.3, diğeri ise yüzde 3.2 oy almış.
Mısır’da da 'Darbeci Genelkurmay Başkanı' Abdülfettah el-Sisi’nin karşısında yarışan rakipleri vardı. Sisi’nin yüzde 96.1 oy aldığının açıklanmasında bir beis görülmedi. Oysa, bu oy oranı, Ortadoğu otokratlarına dair bir 'demokrasi göstergesi'ydi. Yeniden canlandırılmış oldu.
Mısır’daki katılma oranı, yüzde 47,5 olarak açıklandı. 53 milyon Mısırlının oy kullandığı anlamına geliyor. 2012 yılında Muhammed Mursi’nin seçildiği seçimde katılma oranı yüzde 52 idi. Dolayısıyla makul oran, seçim sonuçlarına hem inandırıcılık hem de meşruiyet sağlamış olacak. Hesap bu olsa gerek.
Müslüman Kardeşler’in adayı Muhammed Mursi, ikinci turda yüzde 51.7 oy oranı ile seçilmişti. Seçimlerin ilk turunda katılma oranı yüzde 46 idi ve Mursi, yüzde 25 oyla birinci çıkmıştı.
Sisi'nin, yüzde 80’lik katılma oranı çağrısı yapmış olduğuna bakılırsa yüzde 47,5 katılma oranıyla elde edildiği iddia edilen yüzde 96.1 oy, onun açısından en istenen manzara sayılmayabilir.
Yine de 'demokratik meşruiyeti' bakımından hiçbir geçerliliği ve inandırıcılığı olmasa da her ikisi de yani Başşar da Sisi de hatırı sayılır bir 'taban'a sahipler.
Başşar Esad, bunu ülkesinin parçalanması ve sonunun ne zaman ve ne şekilde geleceği belli olmayan bir 'iç savaş'a sürüklenmesi sayesinde elde etti.
Suriye, fiilen bölünmüş bir ülke. Bununla birlikte, Başşar, rejimini devam ettirmeye yeterli bir alana hükmediyor. Seçimler de zaten oralarda yapıldı.
Başkent Şam, ülkenin ana arteri Şam-Halep karayolunun önemli bir bölümü, üçüncü büyük şehir –yerle bir olmuş haline rağmen- Hums ve Lazkiye, Banyas ve Tartus’tan oluşan Akdeniz kıyı şeridi, yani Suriye’nin deniz üzerinden dünyaya açılma noktalarının tümü ve bunlara erişen yollar, Ürdün sınırının yanı başındaki Dürzi bölgesi. Halep’in rejim tarafından geri alınması da giderek, güçlü bir ihtimal haline geliyor.
Suriye’deki iktidar, aslında bir 'azınlıklar koalisyonu.' Suriye’de iktidarın mezhebi ve kitlesel zemini olarak 'Alevi-Dürzi-Hıristiyan ittifakı'ndan söz edilebilir. Arap Sünniler ve Kürtler dışında nüfusun yüzde 40’ına yakın bir kesim. Rejim çevresinde kenetlenmiş, karşıdaki yüzde 60 ise parça parça.
PYD nüfuzu altındaki üç Kürt kantonu Afrin, Kobani ve merkezi Kamışlı olan Cezire’de Kürtler oy kullanmadı.
Demokrasinin geçerli olduğu herhangi bir ülkede iktidar meşruiyeti için gerekli 'aritmetik çoğunluk'tan yoksun olmak, Başşar Esad rejimi için özel sorunu oluşturmuyor. Zira, Suriye, bugün 'mezhep' ve buna bağlı olarak coğrafi bölünmeyle yüz yüze. Ülke de jure parçalanmadığı ölçüde, siyasi egemenlik, Başşar’ın elinde kaldıkça, seçim, Başşar’a ek bir iktidar güvencesi de sağlamış oluyor.
Kaldı ki ülke çoğunluğunu oluşturan ve çeşitli bölgeleri ele geçirmiş bulunan Sünniler de 'temsiliyet' ve 'meşruiyet' sorunları yaşıyorlar. Sünni bölgelerin her birinde farklı bir İslami fraksiyon, ya Selefi veya el-Kaide türevlerinden biri duruma hâkim.
Suriye’nin 'iç savaş'ın uzaması anlamında 'Lübnanlaşması'nın yanı sıra kuzeyi ve doğusu bakımından 'Afganistanlaşması' görüntüsü, Türkiye’yi de Sünni gruplar ile ilişkilerinde 'Pakistan-Taliban denklemi'ne benzer bir konuma kendiliğinden oturtuyor.
Rejime Rusya ve İran desteği ise sapasağlam duruyor. Her ikisinin de temsil edildiği bir 'uluslararası gözlemciler heyeti' seçimleri izledi. Hatta, sonuç açıklamasını, İran parlamentosunun ulusal güvenlik komitesinin başkanı Alaeddin Burucerdi okudu. Yani, Suriye rejiminin dış desteği dayanıklı görünüyor.
Bu durumda, Suriye’de, 'barış' da Başşar’ın iktidardan düşmesi de yakın gelecekte görünmüyor.
Mısır’a da benzeri ölçülerle bakıldığında, Sisi’nin siyasi ve kitlesel tabanı da –yüzde 96.1 soytarılığı bir yana- pek yabana atılır gibi değil. 2014’teki Sisi, kitle desteği açısından, en az, 2012’deki Mursi kadar güçlü.
Uluslararası destek elde etmek peşinde. Arkasında zaten Suudi Arabistan ile Birleşik Arap Emirlikleri (Körfez) sıkı biçimde duruyor. Pazar günü yapılacak yemin törenine çok sayıda yabancı lider davet edildi. Kaç kişinin ve kimlerin katıldığını göreceğiz. Ama İran Pars Ajansı’nın İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin katılacağını açıklamış olması çok ilginç. Eğer, Ruhani, katılırsa, Türkiye’nin tüm Ortadoğu politikasının acilen tepeden tırnağa gözden geçirilmesi gerekecek.
Mısır’da gelinen noktayla ilgili olarak Tunuslu entelektüel Mustafa Tlili’nin New York Times’ta 'The Mirage of Political Islam' (Siyasi İslam’ın Serabı) başlıklı yazısında, 'demokrasi açığı'ndan ötürü ABD’yi eleştiriyor. Ama Sisi’yi desteklediği için değil; Mursi’ye ve Müslüman Kardeşler’e zamanında gerekli eleştirilerde bulunmadığı için.
New York Üniversitesi’nde (NYU) öğretim üyesi Tlili’nin, tam 5 yıl önce, 4 Haziran 2009’da Obama’nın o ünlü 'Kahire Konuşması'nın hazırlanışında rol aldığını öğreniyoruz. Obama’nın konuşmasında çeşitli ilkeleri sıraladıktan sonra "Bu unsurlar olmadan, seçimler tek başına gerçek demokrasiyi sağlamaz" demiş olduğunu hatırlatıyor:
"Ne yazık ki Obama’nın demokrasi için sıraladığı ‘unsurlar’ın her biri, görevde kaldığı kargaşayla geçen bir yıl içinde Mursi tarafından bir kenara itildi. Müslüman Kardeşler’in 2012 anayasasının geçmesini zorladı. Kendisini yargının üzerine çıkaran, yargıyı kendisine bağlayan kararnameler yayımladı… Gazetecilere ve aktivistlere karşı kan davaları başlattı ve laik muhalefete siyasetten dışlanması gereken düşmanlar olarak davrandı…"
Mısır ve Mursi isimlerinin yerine, iki ayrı sözcük yerleştirebilirsiniz. Yukarıdaki değerlendirme ona dayanak oluşturan gelişmeler çok tanıdık geliyor olabilir.
Bu arada yine NYT’de Şam’da Başşar’a oy vermiş olan 35 yaşındaki genç bir kadının söylediklerine yer verilmiş. Başşar’ın 'İsrail ve Batı tarafından desteklenen aşırı İslamcılar'a karşı 'Suriye için büyük garanti olduğunu' söylüyor. Seçim sonuçlarından memnun ve geçerliliğine dair bir kuşkusu yok; "Suriye dışındaki bütün havlayan köpekler, sevincimizi ve mutluluğumuzu seyrediyorlar. En iyisi ve en güçlüsü Başşar’dır" diyor.
Bir tür Başşar’ı iktidardan uzaklaştırmak isteyen 'paraleller' ile 'dış destekleri' ve de 'dış tezgâhlar'ı yerle bir eden 'millet iradesi' tanımı.
Bu kafa yapısı, bu bakış açısı ve bu söylem de 'tanıdık' gelmeli. Ve…
Türkiye’nin, -siyaseten tam karşıda yer alıyor görüntüsüne rağmen- özünde Mısır ve Suriye’ye giderek daha fazla benzemeye başlaması üzerinde durmalı.

Yazarın Tüm Yazıları