“Aydın müsveddesi” dostların ardından...

Ölümünü öğrendiğimde, “gündem”in ne olduğuna bakmaksızın, yazının başına oturmuştum.

Haberin Devamı

Yazıya “Requiem” başlığını koymuştum. Zaman hızla akıp gidiyor; aradan bir yıl geçmiş bile. “Requiem”e düşmüş olduğum şu satırları bir kez daha okudum:

 

Bir de Eric Rouleau eklendi Yaşar Abi’nin yokluğuna. Benim açımdan çifte travma; ‘bir devrin kapanışı’, ama öyle bir kapanışı ki, sanki kapısının üzerine açılmasını imkânsız kılmak için ‘çifte kilit’ vurulmuş gibi…”

 

Eric Rouleau’nun ölümünden haberdar olduğum dış başında çıkan bir yazıya gönderme yapmışım:

 

“Eric Rouleau’nun ölümünü öğrendim… Yazının başlığı ‘Final Act’ yani ‘Son Sahne’ idi ve başlık altında da ‘Perde gazeteci Eric Rouleau’nun üzerinde indi’ deniyordu. Yazıda, Eric Rouleau’nun ölümünün, Ortadoğu’da bir tarihi dönemi kapatan simgelerden biri olduğunu anlatılıyordu. Yani, Eric Rouleau, koca bir tarihi dönemi simgeleyecek kadar büyük bir isim sayılıyordu…

 

Haberin Devamı

1970’lerin ortalarında Ortadoğu’da sahaya çıkan benim gibi ‘mesleğin yenisi’ olan herkes için, Eric Rouleau, o dönemlerde ‘efsanevi’ bir isimdi. Bırakın onun gibi olabilmeyi, onunla karşılaşmak, tanışmak bile rüya gibi gelirdi hepimize.”

 

Eric Rouleau, bir yıl önce 25 Şubat’ta bu dünyadan ayrıldı. Yarın onun ölümünün birinci yıldönümü. Geçen hafta, onun anısına, Paris’te Le Monde’da sevenleri ve dostlarının katılacağı bir anma toplantısı düzenlenmişti.

 

Yıllar içinde çok yakın dost olduğum Eric’i anmak için kalktım gittim. Cezayirli devlet adamı, uluslararası barış adamı, tanınmış diplomat Lakhdar Brahimi’den, İran İslam Devrimi’nin ilk yıllarının ünlü isimlerinden Ahmet Salamatyan’a uzanan ve hayatları bir yerde Eric Rouleau ile kesişmiş birçok insan, Le Monde’un oditoryumunda toplanmıştı.

 

Filistin entelektüel dünyasının yarım yüzyılı aşkın bir süredir en önemli yayını sayılan Journal of Palestine Studies’in yıllarca yazı işleri müdürlüğünü yapmış olan Linda Butler, ta Washington kalkıp gelmişti.

 

Haberin Devamı

Le Monde’un resepsiyoncusu Türkiye kökenli imiş. Beni görünce, biraz şaşkınlıkla yanıma yaklaştı ve oditoryuma kadar kılavuzluk ederken, “Sizi çok iyi tanıyoruz. Can Dündar’sınız değil mi?” diye sordu.

 

“Hayır” dedim, “O şu sırada hapiste. Eric Rouleau için ben geldim!”

 

Eric Rouleau’nun anma toplantısından çıktıktan sonra, Türkiye’de, aralarında çok sayıda yakın arkadaşımın bulunduğu bir grup aydının “Suriye’de Savaşa Hayır” bildirisinin altına imza attığını öğrendim.

 

Türkiye’de bulunmadığım bir sırada yayımlanmış olan “Suriye’de Savaşa Hayır” bildirisinin altında imzam yer almadığı için Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın öfkesine muhatap olmaktan kurtulmuş oldum. Söz konusu bildirinin imza sahipleri için, “aydın müsveddesi” nitelemesinde bulunarak “Bunlar aydın maydın filan falan uzaktan yakından alakası yok.Bir kitabı olan, herhangi bir yerden profesörlük unvanı alan aydındır diye bir şey yok” diye konuşmuştu.

 

Haberin Devamı

Dolayısıyla, Tayyip Erdoğan’ın “aydın müsveddesi” nitelemesinden sıyırmış olduğumdan, “Bilir kişi” başlıklı yazısında Prof. Murat Belge’nin dün yazdığı şu satırları yazmak aklıma gelmedi:

 

“Peki, bir şeyin sahicisi nedir, müsveddesi nedir, hele bu ‘şey’ aydın olmak gibi ‘şey’se, bunları ayırd etme ehliyetini Tayyip Erdoğan nereden almıştır? ‘İki üç kitap yazmak’ yollu bir şeyler söylüyor. İki üç kitap okuduğu, okuduysa da anladığı şüpheli olan bir kişi –çünkü bir kitabı iyi anlamış bir insan böyle konuşmanın çok ayıp olduğunu da anlar– böyle bir ‘Büyük Jüri’ edasında hüküm veriyor. Evet, hangi ehliyetle?”

 

Bu tartışmalar sırasında, “dünyanın en saygın aydını” ya da “olağanüstü aydın” gibi sıfatlarla anılan büyük yazar ve düşünür Umberto Eco, geçen cuma gecesi, öldü.

 

Haberin Devamı

Umberto Eco, bir profesör. “Gülün Adı” ve “Foucault’nun Sarkacı” gibi kitaplarıyla ölümsüzleşen büyük İtalyan aydını, roman yazmaya 48 yaşında iken, 1980 yılında başlamış. Romanlarıyla “dünyanın en çok satan yazarı”  olan Umberto Eco ile “The Paris Review” adlı derginin yaptığı bir söyleşide, Eco’nun aydın tanımı var. “Aydın” ile “aydın müsveddesi”ni ayırdedebilme yeteneğine sahip olduğu anlaşılan Tayyip Erdoğan ve izleyicileri için faydalı olabileceği düşüncesiyle aktarayım:

 

Soru: Dünyanın en ünlü kamusal aydınlarından birisiniz. Aydın (entelektüel) terimini nasıl tanımlarsınız? Hâlâ özel bir anlamı var mı?

 

Umberto Eco: Eğer aydından elleriyle değil sadece kafasıyla çalışan birisini kastediyorsanız,o takdirde bir banka görevlisi aydındır, Michelangelo ise değildir… Bana göre, aydın, yeni bilgi üreten herhangi bir kişiye denir… Eleştirel yaratıcılık –yapmakta olduğumuz şeyleri eleştirilmesi ya da onların daha iyi yapılabilmesinin ortaya çıkartılması- aydın işlevinin tek ölçüsüdür.

 

Haberin Devamı

Soru: Aydınlar bugün de Sartre ve Foucault döneminde olduğu gibi, siyasi görev nosyonuna bağlı mıdırlar?

 

Umberto Eco: Bir siyasi işlev için, bir aydının, bir siyasi partiye mensup olarak faaliyet göstermesi ya da özel olarak günümüzün toplumsal sorunları hakkında yazı yazması gerektiğini düşünmüyorum. Aydınlar herhangi bir yurttaş gibi siyasi faaliyet içinde olmalılar… Bir aydın, şöhretini, itibarını bir davayı desteklemek için kullanabilir. Örneğin, bir çevre sorununa ilişkin bir manifestoda, benim imzamın bir faydası olacaksa, kendi saygınlığımı bu tek bir konuya dair ortak davranış için kullanabilirim.

 

Mesele şudur: Bir aydın, gerçekten, ancak gelecek söz konusu olduğunda yararlı olabilir, mevcut durum için değil…Aydının işlevi (bir şeyi söylemekte) ön almasıdır… Aydının işlevi söylemektir. Şunu yapmalıyız, bunu yapmamalıyız, gibi…”

 

Prof. Umberto Eco’nun da yayımlanmış “birkaç kitabı” bulunuyor. “Aydın nedir?” konusundaki tanımlamasına bakılırsa, Türkiye’nin 2016 yılındaki cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan nezdinde onun da “aydın müsveddesi” olduğuna hükmetmek pekalâ mümkün.

 

Olsun... Bu dünyayı birkaç gün önce bize terkeden Umberto Eco’yu saygıyla ve geçen yıl bu bırakıp gitmiş olan sevgili dostum Eric Rouleau’yu, bir kez daha sevgiyle, anıyorum...

Yazarın Tüm Yazıları