Öyle bir geçer zaman ki...

İki sevgili ekranın karşısına oturduk ve bir zaman tüneline daldık. Hayatı biriktirmenin, geride kalanları hatırlamanın ne kadar güzel olduğunu bir kez daha anladığımız bir tünele...

Haberin Devamı

Öyle bir geçer zaman ki...

Şimdi anlatacağım duyguyu benim yaşımdakiler çok iyi bilir.
Bizler, bizden bir önceki jenerasyona göre daha iyi, daha ilgili anne- babalar olmaya çalıştık.
Yalan yok, durum bu!
Daha çok özen gösterdik çocuklarımıza.
Çocuklarımız, bizim gibi, öyle kendiliğinden büyümedi.
Mesela bana çocukken, “Sen gitar mı çalmak istiyorsun?” “Voleybol mu oynayacaksın, tenis mi, gel istersen cimnastiği de bir dene” diyen olmadı.
Öyle bir hayat yoktu. Sen varlıklı olsan bile, ülke fakirdi.
Bu tür atraksiyonlar da yoktu.
Aktiviteyi bırak, bir lastik ayakkabı, bir havalı jean için 30 takla atmak gerekirdi.
Sen şanslıysan, bir şekilde kendi ilgi alanını keşfeder, sonra da o alanda kendini geliştirirdin.
Biz büyüdük, Türkiye de değişti.
Haliyle de bizler, çocuklarımıza farklı imkânlar sağladık, onları aktiviteden aktiviteye taşıdık.
“Onu mu istersin, bunu mu?” diye sorduk.
Biz asla değildik ama bizim çocuklarımız ‘aile reisi’ oldu, onların fikri alınmadan hiçbir şey karar verilmez hale geldik.
Benim annem sadece parka götürürdü beni, orada deli gibi kaydıraktan kaydığımı hatırlıyorum, sonra da köşedeki tostçudan çift kaşarlı tost ve limonata alırdık.
En büyük lükstü bu.
En büyük eğlenceydi.
Gelgelelim ben Alya’yı bir sürü çocuk cimnastikhanesine bile taşıdım (Monkey Gym miydi neydi adı) çok erken yaşta yüzme öğrenmesi için yüzme okullarına götürdüm, daha bir sürü şey yaptım, tıpkı bu satırları okuyan benim yaşımdaki diğer anne-babalar gibi.
Tabii bizim zamanımızda böyle ileri bir teknoloji de yoktu.
Bizler “Aman çocuğumuz bilgisayar başında çok zaman geçirmek zorunda kalmasın!” diye de bir sürü numara çektik.


Artık çocuklar 1. sırada

Zannetmeyin ki, sadece parayla oluyor bunlar.
Hayır, muazzam bir emek gerekiyor.
Vakit ayırmak gerekiyor.
Ve benim neslim, bir öncekine göre daha çok vakit ayırdı.
Bizimkiler de çok severlerdi ama biz şımarmayalım diye sevgilerini göstermek istemezlerdi, uyurken severlerdi.
Çünkü anlayış öyleydi.
Ama bizim kuşakta çocuklar, ailedeki en önemli şey oldu, birinci sıraya çıktı, insanlar duygularını da daha yoğun ifade eder oldu.
Özgüven pompalandı çocuklara.
Kızlar prenses, oğlanlar prens.
Ve biz onların bütün faaliyetlerini videoya çektik.
Belgeledik!!!!
Eminim Alya gibi 9 yaşında olan pek çok çocuğun, kendi hayatıyla ilgili bir ‘video külliyatı’ vardır.
Doğuma gidiş, doğum, ilk emzirme, ilk günler, banyo yaparken, gülücükler atarken, emekleme, ilk dişi çıktı, “Ba-baaa!” diyor aman Allahım hemen çekelim, “Yoksa adım mı attı...” çekelim, bayram yemeği, yılbaşı, tabii ki bütün doğum günleri, sihirbaz efendi ve kahkahalar atan çocuklar, sonra anakolu, sonra ilkokul 1, öğretmeni, okul aktiviteleri, hatta veli toplantısı, okumayı söküşü, kurdele takışı, ilk müsameresi, balesi, dansı, gösterisi...
Allah sizi inandırsın, her ne yaptıysa hepsini çektik, kaydettik!
Neredeyse, bizimkiyle beraber bütün o yaş çocuklarının kendi çocukluk belgeselleri mevcut.
Ama ne var ki...
Bir gün olsun, çekip çekip kenara attığımız videoları izlemedik... Taa ki geçen hafta sonuna kadar.


Zaman tüneline girmiş gibi

Nedense, hard disk’e yüklenmiş olan o geçmiş filmlere bir bakasımız geldi. İki sevgili, ekranın karşısına oturduk, o da ne!
Bir anda zaman tüneline girmiş gibi olduk.
Biri sürü şeyi unutmuşuz.
Meğer 37 numara ayakkabı giyen o çocuk, küçücük bir şeymiş!
Ve video görüntüsü, fotoğraftan çok daha fazla etkiliymiş.
Belki sanatsal bir değeri yok ama sadece çocuğunu değil, bütün geçmiş hayatını, evini, o dönemi, giydiklerini, yediklerini, içtiklerini görüyorsun.
Çocuğunla birlikte senin de ne kadar değiştiğini fark ediyorsun.
Gözündeki bakış değişiyor.
Yüzündeki ifade değişiyor.
Sadece çocuğun değil, sen de daha saf, daha masum, daha bebek bebek bakıyorsun.
İlk tepkim, “Ulan, ben senelerce kendime çirkin dedim, fena değilmişim!” oldu.
Zannettiğimden daha inceymişim. Oysa ben geçmişte bayağı kilolu zannediyordum kendimi.
Ve biz iki sevgili, meğer ne kadar uyumluymuşuz, sevgi doluymuşuz, kızımız da ne kadar şekermiş.
O telefon kablosu saçlarıyla, komik suratlı merak bir şeymiş.
Doğum filminden başladık, 8 yaşına kadar geldik.
Neredeyse her anı dondurmuş, dijital belleğe almışız.
Birkaç haftalık bebeğini yıkayan anne-babanın mutluluğunu da heyecanını da izlemesi tabii tatlı. Gerçi başka biri seyretse, o kadar uzun, o kadar uzun ki, kendini bıçaklayabilir! Ama sen, anne-babasın ya, çocuğun da olağanüstü
ya (!), her şeyi harika geliyor, özellikle de banyosu...
Alya’yı da çağırdık, o da çok eğlendi. Ne kadar baş tacı edildiğini görünce de duygulandı. O kadar ilgilenmişiz ki çocuğumuzla, pes yani! Görgüsüzlük derecesinde...
Yani bu videoları izleyince, aynı zamanda, “Titrerim mücrim gibi baktıkça geçmişime” de oluyorsun...
Zamanın, yaşların, yılların nasıl elinin altından kayıp gittiğini de görüyorsun.
Bir başka şey fark ediyorsun.
Çocuğun 8 oluyor, filmler küt diye kesiliyor!
Bizde öyle olmuş.
Ondan sonra pek çekmemişiz.
O mu büyümüş, biz mi yorulmuşuz bilemedik.
Özel günler hariç pek bir şey kaydedilmemiş.
Dubai’deki yaşamın neredeyse tamamı dijital halde, buradaki ev, buradaki yaşam neredeyse yok.
Babaanneyle, dedeyle görüntüler var ama daha çok olsun istiyorum, her cumartesi babaanneye gidişi, aralarındaki yakınlığı, sohbeti çekmek istiyorum...
O videolara da yıllar sonra bakarız belki ama olsun...
Onlar tarihimiz, bizim tarihimiz... İşte o zaman karar verdik,
bundan sonra tekrar o ‘görgüsüz moda’ gireceğiz, en azından aile halimizi ve ev halimizi daha çok çekeceğiz.
Onlar da Alya’nın anıları olacak.
Çünkü bu videolar, hayatı, biriktirmenin bir parçası, unuttuklarını, geride bıraktıklarını hatırlamanın bir yolu.
Bu görüntüler, gölgen gibi.
Onlar çoğaldıkça senin gölgen de büyüyor!

Yazarın Tüm Yazıları