Her şeyden vazgeçebilirim annelikten asla!

Haberin Devamı

Bugün ola ki yolunuz Caddebostan sahile düşerse...
Biz bir sürü anne oradayız!
Saat 11.00’den itibaren.
Siz bulursunuz bizi... Çünkü havada östrojen bulutu göreceksiniz!
Sloganımız: #anneolmak
Tabii ki birbirimizin Anneler Günü’nü kutlayacağız.



Her şeyden vazgeçebilirim annelikten asla


Coşacağız, sarılacağız ve deriiiin bir sohbete dalacağız. E bugün bizim günümüz biraz da ukalalık yapacağız!!!


Bugün Caddebostan’da



Ben şu andan itibaren başlıyorum mesela: Annelik, benim için sadece doğurmak değil, bedeninde canlı taşımak değil...
Evet, hamilelik harika bir şey ama taşımadan da bal gibi ‘anne’ olunur.
Bir başkasını, kendinden çok sevebilmek annelik, onun sorumluluğunu üstlenebilmek...
O yüzden, bazı babalar da ‘anne’dir.
Bugün Caddebostan’da, biz öyle babaları da alkışlayacağız!
Benim için bir ‘mertebe’ annelik, ulaşılan bir yer. Emek, uykusuz geceler, kaygı, endişe, bitmez tükenmez bir suçluluk duygusu...
Anne olarak doğmuyorsun yani, anne oluyorsun!
Yavaş yavaş, yanarak, kavrularak, pişerek...
Hayat seni anne yapıyor!
Benim için en güzel ‘sıfatlar’dan biri annelik. Kadınım, gazeteciyim, röportajcıyım, sevgiliyim, eşim... Ama üst kimliğim, hepsinin tepesindeki kimliğim annelik... Her şeyi bırakabilirim ama anneliği asla! Böyle hissedebildiğim için de şükrediyorum.

Haberin Devamı

Erkek Fatma’ydım

Ben bebeklerle oynayarak büyümedim. “Kızlar şunu yapar, erkekler bunu” diye bir ayrım yoktu bizim evde... Tam bir ‘Erkek Fatma’ydım.
Yüksek yerlerden atlar, en derin sulara dalar, misket oynar, taş kaydırır, bisiklete biner, hatta bisikletin patlayan lastiklerini bile değiştirebilirdim...
Bizim çevremizdeki kızlar daha narin, daha ‘mıymıy’dılar!
Ben öyle değildim.
O yüzden de bebeklerle işim
olmadı. Ben dünya atlaslarını karıştırıyordum... Hayallerimde gemilere, uçaklara, trenlere binip başka ülkelere gidiyordum.
Meraklıydım, keşif duygum tavandı.
Ve annelikten daha ilginç şeyler vardı yapacak, önce ben dünyayı keşfetmeliydim. Ben mesela evlenmeyi filan da hiç hayal etmedim.
“Beyaz gelinlikler giyeyim...
Gelinlik modelleri bakayım...” Hiç işim olmadı. Ama kendi paramı
kazanmalıyım, kendi ayaklarımın
üzerinde durmalıyım, bağımsız
olmalıyım, özgür olmalıyım...
Bu duygularım vardı...
Ve esas olandı!

Haberin Devamı

Aşkların en büyüğü

Bir de büyük aşklar yaşamak istiyordum. Sevişmeden ölmek istemiyordum mesela. Filmlerdeki gibi öpüşmek, tutkuyla sarılmak, kahkahalar atarak yuvarlanmak istiyordum...
Hani çimlerde filan yuvarlanıyorlar ya. Onlara özeniyordum.
Benim bütün aşklarım uzun sürdü.
En büyük aşkım da Ömer oldu.
Ve işte ben, âşık olduğum adamdan hamile kaldığımda 35 yaşındaydım.
Geç anne olmanın iyi bir şey olduğunu düşünenlerdenim.
Ama bu işin mutlak doğrusu yok, bu benim doğrum.
35 yaşında anne olduğum için, bir şeyden eksik kaldım duygusu yok içimde, o yaşa kadar ne hayal ettiysem neredeyse hepsini yaptım.
Ve şöyle bir sonucu oldu:
Ben daha başlangıçta bayıldım hamileliğe...
Öldüm, bittim!!!
Alice Harikalar Diyarı’nda gibiydim. İşte o yüzden hamileliğin de anneliğin de emzirmenin de tadını acayip çıkardım. Kendimi butik bir otel gibi hissettim. Şahane bir 9 ay geçirdim. Son ana kadar da çalıştım.
Ama manyak bir tempom yoktu, aslolan bebeğim ve ailemdi...

İlk 1000 gün

Haberin Devamı

Sonra doğdu...
Vayyyyyyyyy!
Hayat durdu benim için.
İlk 1000 günüm Dubai’de geçti.
İlklerini yaşamak, dünyanın
en güzel şeyi.
Ve emzirmek...
Bir insana yuva oluyorsun, onu içinden çıkarıyorsun ve yine senden bir şeyle besliyorsun, büyütüyorsun, geliştiriyorsun, koruyorsun, sağlıklı bir yapısı olmasını sağlıyorsun...
Resmen bir insan oluşturuyorsun!
Can Yücel’in bir lafı var.
Kızına söylediği bir laf...
“Memelerini güle güle kullan!” diyor. Bunu da sık sık yazıyorum, çünkü ben bundan daha şahane bir temenni düşünemiyorum.
Hele bir babanın kızına söylemesi müthiş bir şey!
Oysa bizler, büyürken memelerimizden utandık...
Hep suçluluk duyduk onlardan.
Çünkü öyle yetiştirildik...
O ise kızına, bir ‘kadın’ olarak da değer veriyor.
Daha da önemlisi, onun ‘zevk alma hakkı’nı savunuyor.
Meme, benim en büyük silahlarımdan biriydi...
Başkasına da kendime karşı da...
Zevk alırım onlarla, şehvet duyarım ama şefkat de... Gerçi ‘şefkat bölümü’nden, anne oluncaya kadar habersizdim...
Hatta hamile kaldığımda, bir ‘telaş’ sardı beni... Bir merak... Bir korku...
35’e kadar güle güle kullandığım memelerim, nasıl olacak da biberona dönüşecekti...
Nasıl olacak da hayatımdaki erkeğe ait olan bu iki varlığa, bebeğim tarafından el konulacaktı...
Çözemiyordum.

Haberin Devamı

Emzirmek büyüleyici

Veeee sonunda... Çoğunuzun yaşadığı o muhteşem tecrübeyi ben de yaşadım.
Alya doğdu.
Allah’a şükür her şey gayet iyi geçti, sorunsuz geçti. Alya kucağımda duruyordu, “Acıktı!” dediler... İçgüdüsel bir hareketle mememe götürdüm. Ve birden, bütün damarlarımın çekildiğini hissettim. O küçük salak şey, “cof cof cof” emmeye başladı. Ay nasıl mutlu oldum anlatamam.
O andan itibaren de emzirmeyi çok sevdim, çok çok önemsedim.
Üç saatte bir, dünyanın en önemli işini yapıyormuşum gibi hissediyordum. Ve tuhaf olanı benim cinsel organlar rafa kalkmıştı...
Alya’yı emzirirken sanki beynimde bir ‘şalter’ iniyordu, sütü aslında, göğsümdeki mememden mi, kulak mememden mi verdiğimin bir
önemi kalmıyordu...
Parmak ucu da olabilirdi... Hâlâ bu mekanizma nasıl çalışıyor bilmiyorum... Şalter, cinselliği nasıl devre dışı bırakıyor anlayabilmiş değilim...

Haberin Devamı

En güzel zamanlar

Bir yıldan fazla süt verdim.
Ve benim için zamanın durduğu anlardı.
Beyaz bir kanepe vardı Alya’nın odasında, ben orada müzik dinliyor, onu kucağıma alıyor ve emziriyordum.
Hatırladığım en güzel zamanlar.
Dünya umurumda değildi, mevsimler geçsin, güneş doğsun, batsın, yağmur yağsın, fırtına kopsun, insanlar gelip gitsin, ne istiyorlarsa yapsınlar, yeter ki bana, bize dokunmasınlar...
Alya ve ben, ikimiz, sanki şeffaf bir zarın içine giriyorduk. Korunuyorduk.
Müthiş bir ‘bağ’ kuruluyordu aramızda ve günden güne güçleniyordu.
Bıraksalar ben üç yıl da emzirirdim...
Ama bir gün geldi ki, “Çok iyi bir iş yaptın... Ama artık yeter!” dendi.
Bir üzüldüm, bir üzüldüm anlatamam!
Elimden, hayattaki en önemli fonksiyonumu alıyorlarmış gibi hissettim.
Sonunda da bıraktım. Resmen pedagoglardan tüyolar alarak, biraz da depresyona girerek...

Ahh o ‘ilk’ler

Zaten hep gururla söylüyorum, bu çocuk meselelerinde ben her çukura düştüm, her ilki yaşarken ya çok sevindim ve mutluluktan ağladım ya da çok üzüldüm ve ağladım...
İlk emeklediğinde, ilk tay tay durduğunda, anne sütünü ilk bıraktığında, ilk tuvalete oturduğunda, ilk bezsiz dolaştığında, ilk anaokuluna gittiğinde, ilk bensiz birkaç saat geçirdiğinde, ilk düştüğünde...
Annelik işte bu... Bir tür manyaklık!
Bugün anneolmak hashtag’iyle Twitter ve Instagram üzerinden siz de benimle duygularınızı paylaşabilirsiniz...


Yaşasın anne olmak!

Ben, anne sütünün, büyülü, sihirli bir şey olduğuna inanıyorum...
Hayatın iksiri... Özü...
Daha az hasta oluyorlar, bağışıklık sistemleri çok daha kuvvetli oluyor.
Bir de tabii, anne-çocuk arasında müthiş bir bağ kuruluyor.
Yani diyeceğim odur ki, bu ilk 1000 gün çok ciddiye alınması gereken bir dönem...
Ama bir şey itiraf edeyim:
Bu ilk 1000 gün, bir annenin hayatında hiç bitmiyor! İkinci 1000 gün, üçüncü 1000 gün şeklinde devam ediyor...
İyi ki de ediyor...
Anne olmak, çocuğun için tasalanmaktan dahi mutluluk duymaktır!

Yazarın Tüm Yazıları