Sandalyen var mı senin?

Ana karnındaki yolculuğundan sonra, annenin sandalyesinde başlar hayatın.

Haberin Devamı

Anaların sandalyeleri vardır; oturup arkasına yaslanıp seni kucağına aldığı, meme verdiği, seni beslediği…
Ana sandalyesini, anne hem kendisinin hem evladının rahatı, hem de güvenliği için yuva yapan dişi kuş misali allar pullar, yastıklar diker, ayakları sağlam mı diye defalarca kontrol eder. Bir süre hayatın anneciğinle o sandalyede geçer. Ananın, senin kokunuz o sandalyeye siner. Bazıları paradan yana zengin olur, Amerikan filmlerindeki gibi sallananını odacığına koyar ama hiçbir ana, hiçbir evlat o anki farkı anlamaz. Sandalye tek bir şey verir; sadece sıcaklık, o da o sırada yeter olan tek şeydir zaten.
Emeklemeye, yürümeye başladığında eskimeye, artık yaşlanmaya yüz tutan sandalyenin etrafında dolanırken, sana kıymık batmasın diye elden geçirir durur; anne; senin meme emdiğin, geceleri ninniler dinlediğin, hastalandığında sabahlara kadar ana- evlat üzerinde uyuyakaldığınız o sandalyeyi. Baba da yardım eder bu işe.
O sandalye güvendir sana. Onu gün gelir babanla yere yatırır çadır yaparsın ya da tekne. Kız da olsan erkek de değişmez bu ritüel hiçbir çocukta işte.
Evde o kadar eşya dururken, etrafın rahat koltuklarla çevriliyken, hiçbirinin üzerinde hoplamak, tepinmek bir bacağına tutunup binbir oyun ürettiğin o sandalyedeki keyfi vermez. Kokusu başkadır işte, hayata başladığın ilk sandalyedir; ana sandalyesi.
Çok ilgini çeken bir sandalye daha vardır o evde; baba sandalyesi. Ne zaman “acaba babam nerede?” diye bakınıversen etrafına, hep o sandalyede bulursun onu. Evin en kıymetli sandalyesidir, en çok onun temiz olmasına özen gösterilir, en çok onun yastıkları havalandırılır.
Baba eve geldiğinde kapıda karşılar, terliklerini uzatırsın ayağına; “Dur, bir elimi yıkayıp geliyorum” der.
O sırada sen gider, o sandalyenin dibine kurulur, başlarsın babanı beklemeye. Baba gelir, sandalyesine kurulur. Ev halkına otura otura artık belinin şeklini almış olan o sandalyeden başlar sorular sormaya; “Nasıl geçti gününüz, dersler nasıl, bir yaramazlık var mı?” diye.
O yıllarda sen “Sadece bana ait özel bir sandalyem olsa” diye düşünmezsin. Bu kadar güvendiğin iki sandalye varken, kendi sahip olacağının bu derece emin ve rahat olabileceğinden şüphe ettiğinden, doğru zamanı beklersin. Nasıl olsa gelecek dersin, bir gün ben de oturacağım kendi sandalyemde; belki elimde bebeğimle, belki ayağımda terliklerim, elimde gazetem, sigaram, kahvemle…
Gün gelir, bir bakarsın korktuğun başına gelmiş, oturma odasındaki ana sandalyesi de, salondaki baba sandalyesi de boş kalmış. Günlerce beklersin ana baba bir yerlerden çıkıp gelsinler diye. Ne gelen, olur ne giden, o zaman dersin; “İşte kendi sandalyemi bulma vaktim geldi. Ama dersin nasıl? Yalnız başıma nasıl yapacağım ki?
Anadan babadan kalan iki sandalyeyi de sırtlanır koyulursun hayata. Gezmediğin yer kalmaz; ikisine birden benzeyen, ortak özellikleri olan, kendi sandalyeni bulmak için.
Vitrinde gördüğün koyu renkli maun sandalye ilgini çeker, “Bak, bu olabilir” dersin, “Hadi bir deneyeyim”. Oturursun üstüne, kaykılırsın bir sağa bir sola ama içine sinmez bir türlü, üzerinde ne olduğuna anlam veremediğin bir rahatsızlık vardır sandalyenin.
Sonra bir tane daha görüverirsin bir yerde “Bu sefer aradığımı buldum, tüm hayatım boyunca bunda oturabilirim” diye düşünürsün.
Oturduğun da alçak gelir biraz. Alçaktır ama beli çok rahattır, eh belini yaslamak zaten en mühimi değil midir?
Belini yasladıktan sonra “Gerisi mühim değil, üzerinde biraz oynarım, ne de olsa elimden gelir. Üç beş tahta parçasıyla ayaklarını yükseltirim, sert olan sırt kısmına da anamın sandalyesindeki yastıkları ikişer fiyonkla diker, monte ederim” der alır eve getirirsin.
Ömrün geçer, sandalyeye yapmadığın muamele kalmaz ama bir türlü istediğin gibi olmaz. Yahu nesi eksik anamınkinden babamınkinden, onların yaptığı neyi eksik yaptım da o kokuya, o rahatlığa kavuşamıyorum bir türlü diye düşünür durursun.
O an şimşekler çakar “Tabi ya istediğim yere koyamıyorum ki bir türlü.” Hep o cam kenarına koymak istediğin halde, eşinin sandalyesinin orayı işgal ettiği gelir aklına. Kaldırsan şimdi olmaz, baştan izin vermişsin; “İlk öncelik senin” demişsin.
Bir gün dönüverir gözün, sabahın bir körü kalkar, bin bir güçlükle eş sandalyesini yerinden kaldırır, kendininkini koyarsın.
Oturup dışarıyı seyrederek kahveni yudumlarsın. Tuhaf bir huzur vardır içinde, işte budur, sandalye yerini bulmuştur.
Uzunca bir süre kimse ses etmez sana. Galibiyeti kazandın sanırken bir gün öyle bir kazık yersin ki, tüm hayatın paramparça olur.
Alışverişini yapmış elin kolun torba dolu evinin kapısını açtığında bir boşluk çıkar karşına. Evlatların için sakladığın, oturmaya kıyamadığın ana koltuğunun yerinde yeller esiyor.
“Nerde?” diye hesap sorarsın, gözünde yaşlar. Eş sandalyesinin sahibi cevap verir; “Ee baksana bize yer kalmadı evde, sığamaz olduk bir süredir, ben de o eski sandalyeyi sokaktan geçen bir satıcıya verdim, zaten çürümeye başlamıştı.”
Yıkılırsın adeta hem de ne yıkılmak ama bir karar alır, sırtlanırsın baba sandalyeni ve kendininkini, yine düşersin yollara. İkisi birden ağır gelir bir ara, sen de zaten tüm suçu kendi sandalyende bulduğundan, bir sinirle kapısından geçtiğin bir evin önüne bırakıverirsin onu.
Evin camlarını açık görünce şöyle bir kafanı uzatıverirsin içeriye, gördüğün şey seni şaşırtır, çünkü o evde hiç sandalye yoktur.
Gözüne sadece büyük bir yatak ilişir ve üzerinde iki çocuk, bir adam ile bir kadın.
Bir ara nur yüzlü yaşlı bir kadın yaklaşır o yatağa, elinde simitler ve bir şişe sütle, çığlıklar gelir evden; “Sağol babaanne, sağol anam” diye.
Yaşlı kadın da aynı yatağın bir köşesine oturur, bağdaş kurar. Aklından bir sürü şey geçer o an, karışır kafan, kendi sandalyene son bir bakış atar, devam edersin yola.
O yollar bitmez, senin sandalye arayışın bitmez. Yol boyu ayakların defalarca oraya buraya takılır, bazen düşersin bazen bir yere tutunur ayakta kalmayı becerirsin.
Günün birinde, artık yaşam sevincinin yok olduğu, ümitlerinin tükendiği anda, kendini ha koydu ha koyuverecekken, bir antikacının vitrinin önünde duruverirsin.
İçeridekileri seçmeye çalışırken bir şey ilişir gözüne, bir an inanamazsın gördüklerine. Ana sandalyen tam önünde duruyordur. Bir an tüm pişmanlıkların, üzüntülerin, ümitsizliklerin kaybolur.
Dükkândan içeri dalar, ana sandalyeni satın alırsın.
Artık senden mutlusu yoktur. Şöyle bir gülersin, bu yola devam etmek için bir işaret olsa gerek dersin.
Bir omzuna ana sandalyeni, bir omzuna baba sandalyeni yüklenir, onların kokusuyla yürür gidersin, ta ki kendi sandalyeni bulana dek…

Yazarın Tüm Yazıları