Mevtayı nasıl bilirdiniz?

SENE sonu vuku bulan iki olay, hatırat yazıp yazmama üzerine tekrar düşünmeme ve kararımı gözden geçirmeme yol açtı.

Haberin Devamı

İkincisinden başlayayım.


‘Başımızın gözümüzün sadakası olsun, üstü kalsın’ denilerek gölgesi baştan kovulası bir seneydi. Sağ çıktığımız mucize.

Fakat hatırlamak bile istemeyeceğimiz bu sene, giderayak bende ters tepki oluşturdu.

Tam 2015 çekip gidiyor derken son bir kara haber geldi. Yeni Akit yazarı Hasan Karakaya’yı kaybettik.

Ölülerin arkasından, üstelik cenazesi daha yerde dururken kötü konuşmak, iyi bir insanlık hasleti değildir.

Hayattayken aranızda her ne münakaşa yaşanmış olursa olsun... Sonuçta, rahmetliyle halledilmemiş tek hesabınız, olsa olsa ağız dalaşınızdır, kalem kavganızdır.

Dili sivriydi, tepesi attı mı dümdüz giderdi, hakikat. Kelimelerle canınızı acıttığını, kalemiyle sizi kırdığını, incittiğini düşünebilirdiniz. Ama o kadar.

Başka türlü Allah kuluna fiske vurmuşluğu, günahına girmişliği, hakkına hukukuna göz koymuşluğu, can yakmışlığı yoktu.

Neticede vardıysa açık kalmış bir hesabınız... Helalleşmeme, bağışlamama hakkınızdan da feragat etmiyorduysanız... En kabadayı yüzleşmeyi mahşere bırakır, hesaplaşmayı öte tarafa havale eder, ‘Allah taksiratını affetsin’ der yolunuza giderdiniz...

Fakat bu kadarcık âlicenaplığı çok görenler oldu. Rahmetlinin kimi yazılarını nefret suçuna örnek diye yerenler, arkasından nefret suçunun dik âlâsına örnek teşkil edecek zehirler kustu.

Geçip gitmiş kapkara bir seneyi ‘iyi kötü, acı tatlı hatıralar’la yâd edebilirken, göçüp gitmiş bir insan evladını az çok hayırla yâd edemediler.

Bırakın hayırla yâd etmeyi, cenazesi musalla taşından kalkıncaya kadar bile kendilerine mukayyet olamadılar.

Yetmezmiş gibi, arkasından tek iyi söz duymaya da tahammülleri yok...


* * *

Haberin Devamı


Rahmetliye takılırdık, melek gibi adamlar direksiyon başına geçince nasıl trafik canavarına dönüşüyorsa... senin gibi hisli, yumuşak başlı bir adam da her nasılsa yazı başına oturunca başka biri oluyor, içinden bastırılmış külhani bir cengâver çıkıyor diye.

Tadı kaçmaz, bilakis keyiflene keyiflene gülerdi. Bize katılır, üstüne kendi de bir şeyler ekleyerek makarayı sürdürürdü...

‘Kin tutmazdı kalbinde’ dedim; kızanlar, ‘hadi oradan’ çekenler oldu.

En yenilmez yutulmaz kimle atışmıştı? Fatih Altaylı’ya sorun. Ahmet Hakan’ın, Ertuğrul Özkök’ün şahitliğine başvurun.

Yazılarındaki adam mıydı, sanıldığı gibi öfkeli, kindar biri mi? Yoksa yazılarındakinden çok başka, kafa dengi biri miydi? Sorun, söylesinler.


* * *

Haberin Devamı


Dirisine de, ölüsüne de kıymet vermediğimiz için, insanı gerçekten tanımayı, hakkını teslim etmeyi filan umursamadığımız muhakkak.

Beni hayat ve hatıratımı yazmaya iten ikinci neden buydu.

Birincisine dönelim...

Prof. Ömer Dinçer, yıl sonuna doğru bir kitap çıkardı. O kitaptan kendi kıymetimizi bilmediğimizi de anlarsınız.

2003’le 2011 yılları arasında yakın geçmişin en çalkantılı, en fırtınalı döneminde başbakanlık müsteşarlığı, çalışma ve milli eğitim bakanlıkları yapmış bir isim Ömer Dinçer.

Bir dönemin bilinmeyenlerine ışık tutacak, o günlerin tarihi yazılırken karanlıkta kalmış birçok hususun aydınlatılmasına katkı sunacak belge niteliğinde bir eser kaleme alıyor. Adı, “Türkiye’de Değişim Yapmak Neden Bu Kadar Zor?”...

Nihayetinde perde arkasını en iyi bilebilecek durumda. Dönemin kara kutularından biri. Gerçeğin bir tecrübe birikimi olarak sonraki kuşaklara aktarılması bakımından anlatacakları büyük önem ve fayda taşıyor. Dili ve içeriğiyle çok da başarılı bir anlatıma sahip.

Fakat hemen girişte ne diyor biliyor musunuz?

Hayatının ve başından geçenlerin yazmaya değer olup olmadığından emin olmadığını... Yaşadıklarının başkalarına ilginç geleceğini, yol göstereceğini, okumak için sabırsızlanacaklarını düşünmediğini... Onun için yazdığı kitabın bir hatırat ya da otobiyografi niteliği taşımadığını...

Fakat söyler misiniz, Ömer Dinçer’in hayatı hatırat yahut otobiyografi yazmaya değer olmayacaksa kiminki olacak?


* * *

Haberin Devamı


İşte girişteki o satırları okuduğumda kendiminkini yazmaya karar verdim.

Başkasınınkini bilmediğimiz gibi kendi kıymetimizi de bilmiyoruz çoğu zaman.

Görüp geçirdiklerimizi, neler neler çektiğimizi biz yazmaz, tarihe bir vesika biz bırakmazsak, gerçeği kim, nereden öğrenecektir? Çilekeş şairimiz Mehmet Âkif’in içlenişiyle ‘Sessiz yaşarsak bizi kim, nereden bilecektir?’

Yazarın Tüm Yazıları