Kış Uykusu’nu beğendiniz demek

AYIPLAYACAKLAR hiç durmasın, yalan yok, denedim ama ilk kez bir Nuri Bilge Ceylan filmini bitiremedim. Hem de ‘çok sıkı film’ diye peşinen satın almış olmama rağmen...

Haberin Devamı

Ayakta alkışlamaya hazır gitmiştim oysa. Muhteşem Cannes jürisinden daha iyi bilecek değildim ya, onlar hayran kalmış, ben kim oluyorum!
Fakat olmadı, olduramadım... 2 saat geçti, hikâye 5 dakikalık yol alamadı; ilerlemiyor, bir yere gitmiyor film...
Yavaş filan değil, yatay akacağına hababam diklemesine uzuyor, durduğu yeri eşeledikçe eşeliyor, aynı noktada yoğunlaştıkça yoğunlaşıyor. Diyaloglar, diyaloglar ve daha uzun diyaloglar...
Sanki beyaz perde değil de Freud’un terapi koltuğu mübarek, biz de film niyetine hastaların ruh dünyasını çözümleme seansına takılıyoruz topluca. Çenesi düşmüş karakterler, içleri dışlarına çıkıncaya kadar konuşuyor...

* * *

Haberin Devamı

Altın Palmiye’yi aldı almasına da bildiğimiz sinemaya benzemiyor bu film. Öyle olmasa, bir konusunun olup olmadığı bile tartışılmazdı. Varsa dahi kimse fark etmedi. Tabii avam tabakası hizasından, yani sıradan bir yerden bakmayan seçkin entelektüellerimiz hariç...
Entrikasız bir film, bir serbest dalış... İnsan ruhunun karanlık yanları, iç çelişkileri, tutarsızlıkları, ikiyüzlü tarafları sergileniyor belki ama bize 3 buçuk saatlik bir hikâye de anlatılmıyor. Ya da her önüne gelenin keşfedeceği bir derinliğe gömülmediği için, benim gibiler kaçırıyor hikâyeyi.
Sorunu ne diye düşününce buldum sonra, bu filmin senaryosunda Ercan Kesal tadı eksik, o yüzden de bir “Bir Zamanlar Anadolu’da” kıvamını alamıyor.

* * *

Filmde olay var da örgü yok, gizem var da örtü altına saklanmış bir merkezi yok, gömülü sürprizleri var da esaslı bir hikâyesi yok, dramatik çatışması var da sürükleyici bir kurgusu yok... Ya da tersi; karakteri uluorta teşhir ediyor, her şeyiyle yüzeyin üstünde, hayal gücüne alan bırakmıyor. Bir olay değil bir karakter filmi; hikâye etmiyor, parçalı bir gerçekliği kesitler halinde birebir yansıtmaya çalışıyor ve benzeri entelektüel gevezelikleri geçelim.
BBC’nin ‘Cengiz Han’ belgeseline yakın kalitede ve ancak, başkişisi bir Cengiz Han olmadığı için ondaki aksiyondan da mahrum.
Canlandırmalı bir biyografik dökümanter gibi. Arka fonu egzotik bir çekiciliğe sahip üstelik; Kapadokya’nın yağmur çamurlu doğası, büyüleyici tarih atmosferi, peri bacaları, mağara evleri, orada yaşanan taşra hayatı, otantik iç mekân detayları vesaire. Oryantalist merakı tavlayacak ne turistik malzeme ararsan hepsi mevcut, hepsi cömertçe sergileniyor.
Nuri Bilge Ceylan, Cannes jürisini kafalamaya odaklanmış. Onlar da gayretini görmüşler, “Doğu için iyidir, bu kadar postmodernizm Türk sinemasına çok bile” deyip vermişler koca ödülü. Fransız’ın şu meşhur “Bon pour l’orient” kibriyle aferin çekerek baş okşama şımarıklıklarından biri daha yani...

* * *

Haberin Devamı

Önceki filmlerini beğenen, sanatına ve çabasına hayran bir seyircisi olarak söylüyorum; ilk kez bir filminin sonunu getiremedim arkadaş. Tamam, Hollywood’dan gıcık kap, ana akımdan çık, yan yollara sap ama kaybolma. Nuri Bilge Ceylan sinemasının başyapıtı olamayacak sıkıcılıkta bir yapım bu, kesin kararım.
Ha diyeceksiniz ki adam Altın Palmiye’yi almış, sen daha ne konuşuyorsun?...
Valla haklısınız, bu da “Bon pour l’occident” bir nevi, yani bize gelmez ama oryantalist Batıya çok bile gelmiş bir turistik sinema örneği. Frenk ecnebisine külahını ters giydirmiş madem, bize de bağrımıza basmak düşer: Nuri Bilge canımız, yaşasın medarı iftiharımız!...

Yazarın Tüm Yazıları