İki kupür ve makulün kıtlığı

Haberin Devamı

BİRİNCİ kupür, Bugün gazetesinin salı günkü manşeti. İpek-Koza Grubu’na ‘Paralel Yapı’ operasyonunu, o manşetin intikamıymış gibi sunmaya yarıyor.



İki kupür ve makulün kıtlığı

Bir gazetesi IŞİD’e silah sevkiyatını ortaya çıkardığı için, hem de aynı sabah bir hışımla basılmadı herhalde Akın İpek’in şirketleri. Olsa olsa, baskını içerideki paralel köstebek ağı marifetiyle önceden haber aldığı için, her tarafı dökülen o zorlama manşetle çıkmıştır gazetesi. ‘Özgür basın susturuluyor’ dedirtmeye, taraftar toplamaya dönük planlı bir manipülasyondur...

İkincisi ise operasyonu savunanların yaydığı bir kupür. Yine Bugün gazetesinin manşeti. Ahmet Şık ve Nedim Şener gibi gazeteciler hapsedildiğinde atılmış. Gazetenin basın hürriyeti konusundaki ikiyüzlülüğünü ifşa, çifte standardını teşhir etmeye yarıyor. Fakat gruba yöneltilen terör örgütünün finansmanı ve kara para trafiği gibi suçlamaları kanıtlamıyor.

Haberin Devamı

İki kupür ve makulün kıtlığı

Paralel Yapı’yla mücadele elbette haklı ve gerekli. Ancak her yol ve yöntemi mubah gören bir yapıyla savaşılıyor diye, her yol ve yöntem mubah hale gelmez. Hangi araçlarla, nasıl hesaplaşıldığı önemsizleşmez.

Operasyonel gazeteciliklerinden, aşağılık yıpratma ve karalama faaliyetlerinden nasibini almış, düzmece suçlamalarla sahte isim altında takibata uğramış, paralel alçaklığı bilfiil tatmış biri olarak söylüyorum.

Hayatın olağan akışına uygun olmamak gibi muğlak, yoruma tabi gerekçeleri paralel hukuk içtihadı istismar etti, tepe tepe kötüye kullandı.

Şimdi hesaplarında ticaretin doğasıyla açıklanamayan para hareketleri, olağan akışa uymayan transferler tespit edildiği gerekçesiyle o taraf polis baskını yiyorsa...

Haberin Devamı

Gazetecilik faaliyetiyle bağdaşmayan ama açıklanamayacak kadar gizli ve çok vahim deliller bulunduğu gerekçesi de paralel bir icattı.

Şimdi aynı icat, onların gazete ve gazetecilerine yöneliyorsa...

Yine ‘makul şüphe’ hüküm sürüyor demektir, makul olan değil.

***

2002’de, AK Parti tek başına iktidara geldiğinde Türkiye’nin istikrardan daha acil bir ihtiyacı yoktu.

Parası pulu azdı, aşı ekmeği azdı, kişi başına düşen milli geliri azdı, iş imkânı azdı, üretimi azdı, tüketimi azdı, ihracat rakamları azdı, orta sınıfı azdı, duble yolları azdı, hızlı treni bırakın demiryoluna ilgi bile azdı, havayolu kapasitesi de yolcusu da uçağı da meydanı da azdı, deniz taşımacılığı azdı, metrosu da azdı AVM’si de, büyükşehirleri dahi azdı, asgari ücreti azdı, satın alma gücü azdı, rezidansı, konutu ve toplu konutu azdı, üniversitesi de öğrencisi de azdı, Merkez Bankası rezervi epey azdı, IMF komiserlerine direnecek gücü azdı, dış borçlarını çevirecek hasılası azdı, bankalardaki mevduatı da azdı, özgüveni hakeza azdı, demokrasisi ve özgürlüğü de...

Haberin Devamı

Çoğunluk, bu kalemlerin hepsinde azın da azıyla yetinmek zorundaydı.

Bir kısıtlar ülkesiydi Türkiye. Ambulansı da sınırlıydı hastanesi de, vizyonu da ufku da...

Fakat hiçbir şeyi istikrar kadar az olmadı.

Kıtlığı, yokluğu en ziyade hissedilen şeylerin başında istikrar geliyordu.

İstikrar olmadan diğer yokluklarla mücadele edilemeyeceği, öteki mahrumiyetlerin giderilemeyeceği kanaati topluma yerleşmişti.

***

O gün istikrarını yitirmiş; siyasi, ekonomik ve sosyal çalkantılara kapılmış bir Türkiye vardı.

O gün ülkenin düzeni bozuktu.

İstikrarı vaat eden, seçimi alırdı...

Bugünse Türkiye, o gün az olan her şeyin nispeten daha fazlasına sahip. Tek parti iktidarını kaybettiği halde istikrarın bile 2002 öncesinden daha fazlası mevcut.

Haberin Devamı

Ama bu hırgür arasında makuliyetini kaybetti ülke. Denge gitti, muvazene bozuldu.

Azıtmış, tozutmuş trollerin aklı bastırdığı, makulü sindirdiği, çılgın propaganda terörü estirdiği bir dönem...

Ha babam ‘makul şüphe’nin borusu ötüyor. Yok mu eksikliği en çok çekilen şeyi, tek başına makulü vaat eden?

Yazarın Tüm Yazıları