Sarayla hava atılmaz

“BİZDE bir saray var, bin odalı” diye hava atılmaz... “Bizde öyle kömür madenleri var ki, içinde bin tane yaşam odası var” diye hava atılır.

Haberin Devamı

*

“Bizdeki saray, Obama’nın Beyaz Sarayı’ndan bile daha azametli maşallah” diye hava atılmaz... “Bizdeki ifade özgürlüğü, ABD’deki ifade özgürlüğünden bile daha ileri” diye hava atılır.

*

“Bizdeki sarayın boyutlarına, Merkel’in hayali bile erişemez” diye hava atılmaz... “Bizdeki sanayinin boyutu, Merkel’e parmak ısırtır” diye hava atılır.

*

“Bizdeki saray gıcır, Fransız’ın Elysee Sarayı ise dökülüyor” diye hava atılmaz... “Bizdeki özgürlükler gıcır, Fransız’ın özgürlüğü ise dökülüyor” diye hava atılır.

*

“Bizim saray, Kremlin’i bile döver” diye hava atılmaz. “Bizim dış politikamız, Rus dış politikasından daha etkilidir” diye hava atılır.

Necip Fazıl ve sigara

CUMHURBAŞKANI Erdoğan, Esenler’de sigara içen gençlere ayar verdikten sonra “Necip Fazıl Ödülleri” için düzenlenen törene gitti.

*

Oysa Necip Fazıl denilince... Akla gelenlerden biri de sigaradır.

*

Sigaranın zararlarına karşı oluşan bilincin bu denli gelişmediği zamanlarda yaşasa da...
Necip Fazıl iflah olmaz bir sigara tiryakisiydi.

*

Necip Fazıl der ki:
“Şu iki şeyi çok merak ediyorum... BİR: Nasıl oluyor da uyurken canım sigara istemiyor. İKİ: Öldüğümde sigarasız ne yapacağım?”

*

Konferanslarına katılanlar anlatıyor:
Necip Fazıl, konuşmaya başlamadan önce önündeki masaya bir kalem, bir kâğıt, bir de sigara paketi atarmış.
Ve konferans boyunca birini söndürmeden diğerini yakarak içermiş sigarayı.

*

Necip Fazıl bugünlerde yaşasaydı...
Sağlığa verdiği büyük zarar nedeniyle sigara içmeyi bırakır mıydı?
Yoksa...
Tumturaklı sözler ve etkileyici metaforlarla sigarayı da bir direniş ve muhalefet malzemesi haline getirir miydi?
Necip Fazıl’ı azıcık tanıyorsam...
İkincisini yapardı gibi geliyor bana.

Haberin Devamı

Nuri Pakdil kimdir?

CUMHURBAŞKANI Erdoğan’ın elinden “Necip Fazıl Saygı Ödülü”nü alan Nuri Pakdil’i tanıyalım:

*

Hakkında türetilen efsanelerden çok yazdığı kitaplara odaklanmamız gereken bir büyük yazardır.
Ionesco’nun, Shakespear’in, Moliere’in tilmizi, Dostoyevski, Tolstoy, Balzac’ın meftunudur.
Yüzde yüz militandır, yüzde yüz devrimcidir.
“Beethoven’in senfonilerini dinlemeden yazar olunur mu?” diye soran bir yazardır.
Ruhi Su’yu dinlemeyene devrimci gözüyle bakmayan bir devrimcidir.
Mevlana’nın Mesnevi’si ile Batı klasiklerinin bir arada okunması gerektiğini söyleyen bir rehberdir.
Ali Ekber Çiçek’i dinlememeyi eksiklik olarak görendir.
“Bir yazar sıkı kalıplar içine hapsedilmemelidir, özgür olmalıdır bir yazar, yazabilmelidir istediğini” diyendir.

*

(Yukarıdaki bilgilerin tümü, Star gazetesinin dünkü sayısında Bedir Acar’ın Nuri Pakdil’le yaptığı röportajdan alınmıştır).

Haberin Devamı

Füzyon mutfağına karşı omuz omuza

“FÜZYON mutfağı” diye bir zıkkım var.

*

Mekaniği aşağı yukarı şöyle işliyor bu mutfağın:
İtalya’dan ya da Fransa’dan “Michelin” adı verilen yıldızlardan bolca kazanmış ve kazandığı yıldızlardan aldığı destekle neredeyse bir “mutfak diktatörü” haline gelmiş orta yaşlı küstah bir şef bulunur.
“Abi en az üç ay sonraya rezervasyon yapıyorlar... Obama’dan randevu almak, bu restorana rezervasyon yaptırmaktan daha kolay” şeklinde bir şehir efsanesinin kahramanı haline gelen şekilsiz şemalsiz bir restoran açılır.
“Kereviz sapının altına gizlenmiş kayısı kıvamında pişirilmiş yumurta” ya da “iki minik yosun parçası, bir zavallı kuru erik ve üç küp az pişmiş güvercin eti” gibi deneysel yemekler pişirilir.
Yapılan yemeklerde, geleneksel yöntemlerin tümü altüst edilir... Mesela “çok pilav, az et” yaklaşımının yerini, “iri bir et parçası, sekiz adet pirinç tanesi” alır...
Yemeklerde mutlaka orantısızlık prensibine yaslanılır. İrice bir şeyin yanına mutlaka çok ama çok az bir şey konulur.
Yemeklerde mutlaka dünyanın ücra köşelerinden birinden getirilmiş bir malzeme kullanılır... Lezzet falan mühim değildir. Yeter ki “şu yemeğin üzerine azıcık koklatmış olduğumuz ot, Sri Lanka’nın güney doğusunun kuzeyindeki küçük bir köyde yetişmektedir” denilebilsin.

*

Peki nereden cüret ve destek buluyor tüm bu saçmalıklar?
Nereden olacak?
Tabii ki “Füzyon Mutfağı”ndan anlamanın “marifet” sayılmasından...

*

Bir baş soğanın üzerine Sumatra’dan getirilmiş bir kahve çekirdeğini koyup servis etseler...
“İncelikten anlamıyor, damak tadı gelişmemiş, görgüsüz” damgasını yememek için, hiç kimse “Bu ne ya” demeye cesaret edemeyip iştahla yiyor gibi yapıyor.
Çünkü “Füzyon Mutfağı”nın temel kuralı şudur:
En yadırganacak şeyleri bile yadırgamayacaksın.

*

Ben kebap sevdiğim gibi, lahmacun sevdiğim gibi, makarna sevdiğim gibi, büryan sevdiğim gibi...
“Sushi” de severim, “paella” da severim, “risotto” da severim. Yani öyle tutucu biri değilim. Farklı tatlara açığım.
Yani “Füzyon Mutfağı”na itirazımın nedeni, bana fazla değişik gelmesi falan değil.

*

Ben “Füzyon Mutfağı” adı altında maruz bırakıldığımız saçmalıklara isyan ediyorum.
Gelin, bi cesaret, “kral çıplak” diyelim ve bu saçmalığa isyan edelim.
İnanın, “tonla para ödeyip küstah bir şefin sergilediği mutfak terörüne maruz kalmak” dışında kaybedecek bir şeyimiz yok.

Haberin Devamı

Ciguli için geç kalmış beş küçük saptama

BİR: Fotoğraflarına bakıyorum... Kara kavruk yüzüne gözüm takılıyor... Ve şöyle diyorum: “Mazlum geldi, mazlum gitti.”

*

İKİ: Sesini indirip çıkarışındaki doğallık ve samimiyet var ya... Bu muydu acaba kendisine bağlanma nedenimiz?

*

ÜÇ: Akordeonu öyle bir çalıyordu ki... İnsana ister istemez “Böyle akordeon çalandan kimseye zarar gelmez” dedirtiyordu.

*

DÖRT: “Binnaz” şarkısı için banal bir klip çekilmişti... O klipte beni en çok dans ediş biçimi etkilemişti. Bir insan bu kadar mı dans etmiyormuş gibi dans eder?

*

BEŞ: Babasından öğrendiği bir türkü imiş “Şu Mahpusun Kilidi” adlı türkü... Bulup buluşturun ve dinleyin: Sanatının büyüklüğü Binnaz’dan daha çok bu türküde anlaşılıyor.

Haberin Devamı

Üç günün üç notu

ÜÇ günlük uzaklaştığımda üç not almıştım. O üç notu aktarıyorum:

*

BİR: Başbakan Davutoğlu, maden işçilerinin her türlü şikâyetlerini kendisine iletmeleri için bir telefon hattı kurmuş... Kendisine “O zaman teftiş heyetlerini, sendikaları falan kaldırın, masraf olmasın” diyorum.

*

İKİ: “Alevi Çalıştayı” diyorlar ya... İfrit oluyorum. Çalıştay düzenlemek yerine “Cemevine statü” ve “Zorunlu din dersleri” taleplerine karşılık verilse daha güzel olmaz mı?

*

ÜÇ: Enerji Bakanı Taner Yıldız, maden kazalarından sonra göz yaşartan bir performans sergiliyor. Aynı performansı kazalar olmadan önce görmek istiyoruz.

Yazarın Tüm Yazıları