Bunu da atlatırsın sen Yaşar Ağabey...

ŞANSLIYDIM elbette, hem de çok şanslıydım.

Haberin Devamı

Çocukluğumun geçtiği mahallede biz çocukların çok büyük bir dostu vardı, o hepimizin ‘Yaşar Ağabey’iydi, yani Yaşar Kemal.
‘Ne amcası ulan’ diye bastonunu sallayıp üzerime yürümüştü şakadan, ‘Ağabeyinizim ben sizin’.
Bir Kurban Bayramı sabahı hepimizi toplayıp peşine Küçükçekmece’deki o dükkâna götürmüş, istediğimiz kadar torpildi, patlangaçtı vs anne-babalarımızın izin vermediği ne kadar saçma şey varsa hepsini bize almıştı. Yaşar Ağabeyimizi sevmeyecektik de kimi sevecektik.
Oturmuş, bizimle birlikte dev gibi bir uçurtma yapmış, sonra da saatlerce onu uçurmuştuk. ‘Benim uçurtmacı takımım’ demeye başlamıştı hepimize.
Rahmetli eşi Tilda Abla’dan korkmayanımız yoktu ama Yaşar Ağabey demek, bizim arkadaşımız demekti, kendi anne-babalarımızla yapmadığımız, yapamadığımız her şeyi onunla yapabilir, konuşabilirdik.
Sonra büyüdük, elimiz ekmek tuttu, bazılarımız gazetelerde çalışmaya başladık. Ama Yaşar Ağabey için hep ‘uçurtmacı’ kaldık.
6-7 yıl önce Ankara’ya gideceğim, uçakta oturuyorum. Yakın dostu Zülfü Livaneli ile birlikte bir baktım Yaşar Ağabey de geldi. Birkaç hafta önce Tilda Abla’yı kaybetmişti, onun ardından yazdığım yazı için telefon etmişti ama epeydir görüşmüyorduk yüz yüze.
Yanına oturdum uçakta, yol boyu konuştuk. Bir oğlum olduğunu söyledim, adını sordu, ‘Onno’ dedim, ‘Saffet de koysaydın’ dedi, babamın adıydı Saffet. Sonra çok acayip bir ‘Agop Amca’ hikâyesi anlattı, kendi babasının 1915’te Tatvan’da kardeşliği Agop’u ‘15 Ermeni kesen cennete gidecek’ diyen bir imam ve beraberindeki katillerden nasıl kurtardığına dair.
Uçak Esenboğa’ya indi, ben hüngür hüngür ağlıyorum onun ‘Agop Amca’ hikâyesine, o ağlıyor benim babamla ilgili bir hikâyeye.
Birkaç yıl önce telefon etti, ‘Bir öğlen yemeği yiyelim’ dedi. Bebek’te buluştuk, yemeğimizi yedik, konuşacaklarımızı konuştuk.
‘Benimle Bebek Oteli’ne kadar yürü, sonra beni orada bırak git’ dedi. Çıktık dışarı, taş çatlasa 60-70 metre yürüyeceğiz ama ne mümkün. Yoldan geçen sosyetik hanım da, karşıki apartmanın kapıcısı da, trafik polisi de, garson da, gençler de, esnaf da, herkes durduruyor Yaşar Ağabey’i, birlikte fotoğraf çektirmek istiyor. O kadarcık yolu yürümek yarım saat sürdü.
Benim için Yaşar Kemal, Yaşar Ağabey’di. Ama başkaları için çok çok daha büyük bir şeydi. O yaşımda o halimde fark ettim, bu ülkede ona karşı duyulan saygı ve sevginin büyüklüğünü, yaygınlığını, sınıf ve fark gözetmezliğini.
Şimdi hasta yatağında yatıyor. Doktoru ‘Bilinci kapalı’ dedi ama çok sürmez biliyorum, o bunu da yenecek, yeniden ayağa kalkacak, uzaktan görünce eşek kadar halime bakmayıp yine ‘Uçurtmacı’ diye seslenecek, sevgili eşi Ayşe Baban arkada mutlu gülümseyecek.
Hadi Yaşar Ağabey, seni bekliyoruz. Bütün ülke bekliyor.

Haberin Devamı


Bu memlekette ifade özgürlüğüyle imtihanımız bitmeyecek mi?

Haberin Devamı

YAŞAR Kemal, 90’lı yılların kirli karanlığında Alman Der Spiegel dergisi için bir yazı kaleme aldı; Kürt sorunundan söz eden, Kürtlerin inkâr edilen haklarını dile getiren.
Devletimiz hemen onu yargılamaya başladı; bu arada yazının Türkçesini biz de Yeni Yüzyıl’da basmıştık, gazetenin sorumlu yazıişleri müdürü olarak ben de ayrıca yargılandım.
Yaşar Kemal’e mahkeme önce bu yazısından ötürü hapis cezası verdi, sonra da ‘Aynı suçu beş yıl içinde işlememesi’ şartıyla cezayı erteledi. Beşiktaş’ta DGM’nin önünde Yaşar Ağabey, ‘Bu çok daha ağır bir ceza’ diye isyan ederken ben de kendi karar duruşmamı bekliyordum. Yazıyı yayınladığım için ben de ceza aldım, az kalsın hapse de giriyordum da son dakikada bir yasa değişikliğiyle kurtuldum.
Bu hikâye 20 yıl önceden. Ya bugün durum ne?
Bir Hollandalı gazeteci, Öcalan bayrağı da gözüken bir fotoğrafı Twitter hesabında paylaştı diye evinde gözaltına alınıyor. Bu o kadar gelişigüzel bir suçlama ki... Savcılarımız isterse o bayrağı, posteri görmezden geliyor, isterse de ‘Örgüt amaçları için propaganda yapmak’tan insanları suçluyor.
Fazıl Say, ‘dine hakaret’ten aldığı ve ertelenen cezası yüzünden yeniden yargılanabilmek için çırpınıp duruyor. Yeniden yargılansın ki, beraat edebilsin. Hiç değilse suçlama Yargıtay’ın önüne kadar gidebilsin ki sonunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne kadar uzanabilecek yol açılsın. Çabası buna Fazıl Say’ın.
Son örnek, Charlie Hebdo dergisinin son sayısını yayınladı diye Cumhuriyet gazetesi matbaa çıkışı toplatılmak üzere bekletilebiliyor, derginin kapağını basmadığı için gazete kurtuluyor ama kapağı da basan dört internet sitesine erişim engelleniyor.
İfade özgürlüğü konusunda imtihanımız hiç ama hiç bitmiyor bu ülkede. Bakın 20 yıl geçti, çok da değişen bir şey yok cennet vatanımızda.

Yazarın Tüm Yazıları