Kayırmacılığın iç organlar üzerindeki etkisi!

İÇİŞLERİ Bakanı Efkan Ala, Anadolu Ajansı’na misafir olmuş ve genel müdür ile ajans editörlerinin sorularını yanıtlamış.

Haberin Devamı

Gazetede fotoğraflarını da gördüm, kravatlarını filan da takmışlar, terbiyeli terbiyeli oturuyorlar.
“Bakan Bey’e saygıda kusur etmeyelim” derken de esas işlerini tam olarak yapamamışlar, asıl sorulması gerekenleri soramamışlar tabii.
Bakan Ala, “soruları” yanıtlarken şunu söylüyor:
“Şikâyetlerin gittiği savcı da yargı da aynı yere mensup diyelim. Birlikte dosyayı kapatıyorlar. Bir devlette suç işlenmişse, bunun mutlaka faili vardır. Kapatan da suçlu olur. Artık iş şirazesinden çıkmış, milyonlarca insanın girdiği sınavların soruları çalınıp verilmiş. Sürekli doğruluktan, dürüstlükten bahseden insanların kardeşleri, akrabaları yüzde yüz alıyor. Bütün soruları yapıyorlar, ikinci sınav yapılınca da ona girmiyorlar. Oradan aldıkları puanlarla da işe girmişler. Gerçekten mide bulandırıcı bir durumla karşı karşıyayız.”
İnsanın gözleri yaşarıyor, ağlamak istiyor sevgili okuyucular, memleketin İçişleri Bakanı’nın midesinin bulanması karşısında tabii!
Bu olaylar olduğunda Efkan Bey, Başbakanlık Müsteşarı idi.
Hatırlarsınız, bu köşede iki yıl boyunca her hafta bu konuyu sormuştum.
“KPSS sorularını çalanlar neden hâlâ bulunamıyor” diye!
Hatta Efkan Bey, Başbakanlık’ta müsteşarken, Recep Tayyip Erdoğan, MİT Müsteşarı’nı ve Emniyet Genel Müdürü’nü makamına çağırtmış ve onlara şu talimatı vermişti:
Tez bu kopyacıları bulun, dosyayı da önce bana getirin!”
Ama ne gelen olmuştu, ne giden!
Emniyet Müdürü, “terfian” milletvekili olmuştu, Hakan Fidan da “baş tacı”!
Aslında Erdoğan da, Fidan da, Ala da o günlerde bu işin kimin marifeti olduğunu biliyorlardı.
Ben de yazmıştım, “Bu işte nefesi kuvvetli bir hocanın parmağı var” diye.
Ama bugüne kadar seslerini çıkarmadılar, çünkü o vakitler birlikte bir suç örgütü gibi hareket ediyorlardı.
Bunlar suça göz yumuyorlardı, öbürleri de bunların yaptıklarına seslerini çıkarmıyordu.
Sonunda öküz öldü, ortaklık bozuldu ve İçişleri Bakanı’nın midesinin ne kadar hassas olduğunu böylece öğrendik!
AA editörleri, bu konuya hiç girmemişler, misafire ayıp olmasın diye!
Elbette şu soruyu sormak gibi çılgınca bir işe de kalkışmamışlar:
“Kardeşler, akrabalar işe girdi dediniz de aklıma geldi: Kız kardeşinizin KPSS’ye girmeden devlet memuru olabilmesi, erkek kardeşinizin üç yıl içinde bakanlık teftiş kurulu başkanı olması konusunda bize söyleyeceğiniz bir şey yok mu? Mide, böbrek, dalak????”

Haberin Devamı


Davayı sahibinden bile korumak!

Haberin Devamı


MERKEZ Bankası Başkanı’nın gerçek bir “dava adamı” olduğuna artık eminim!
Kamuoyu önündeki her türlü aşağılanmaya karşı direniyor, bildiğini okumaya devam ediyor.
Normal olarak mensup olduğu siyasi akım, yüksekten gelen emre itaati öğütler.
Biat esastır.
Örnek olayımızda yüksekteki kişi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan.
Her gün konuşuyor, “Faizleri indirin” diye azarlıyor ama bizim Merkez Bankası Başkanı’nda “tık” yok, tınmıyor bile.
Hatta “Ateşi gösterip sıtmaya razı edebilirim” ümidiyle çıktı bir demeç de verdi ve bunun ihtimalinin bile dövizi ne hale getireceğini gösterdi ama yukarıdaki onu dinlemiyor.
“Bağımsız olunca böyle olur” diyor ki demek ki “başkan baba” olmayı başarırsa, Merkez Bankası ve kurulların bağımsızlığına da veda edeceğiz.
Bütün bunlara, biat kültürüne vs rağmen Merkez Bankası Başkanı aklından istifayı geçirmiyor bile.
Koltuğu bırakmıyor, “Türkiye’nin önünü” açmıyor.
Çünkü biliyor ki eğer bunu yapacak olursa oraya gelecek yeni emir kulu, Beştepe Sarayı’ndan esen fırtınanın önünde duramaz, memleketin ekonomisine bir kriz havası egemen olur.
Bu da seçimden önce “davaya” zarar verir, seçimlerde sıkı bir tokat yenebilir.
Bu nedenle kendi kişiliğinden fedakârlık ediyor, söylenenlere kulağını kapatıyor, tahammül ediyor ve geçit vermiyor.
Onun için söyledim, yazının girişindeki fikrimi.
Başçı, gerçek bir dava adamı ve o davasını, davanın en başındaki insanın verebileceği zararlardan korumak konusunda da gözünü budaktan sakınmıyor!

Haberin Devamı


Hiç de mahcup olmazlar


DİYARBAKIR’da çalışan Hollandalı gazeteci Frederike Geerdink hakkında Twitter mesajları nedeniyle dava açılmış, beş yıl hapsi isteniyor.
Suçlandığı konu, örgüt propagandası yapmak!
“Beni cezaevine atarlarsa Türkiye mahcup duruma düşer. Aslına bakarsanız ceza alacağımı sanmıyorum ama yine de belli olmaz, burası Türkiye” diyor!
Frederike Hanım, Türkiye’yi hem tanıyor, hem de tanımıyor!
Tanıyor, çünkü ne olacağı gerçekten belli olmaz, bu hâkime düşersen beraat edersin, öbür hâkime düşersen cezayı yiyebilirsin!
Seni bir mesaj attın diye örgüt propagandasından içeri sokarlar, öbür taraftan örgüt bölgesindeki hâkimiyetini pekiştirsin diyerekten askeri-polisi geri çekerler.
150 harflik bir yazının memleketi böleceğine inanabilirken, memleketin aslında çoktan bölündüğünü görmezler.
Frederike Hanım’ın “tanıyamadığı” bir Türkiye de var tabii.
“Beni cezaevine atarlarsa Türkiye mahcup duruma düşer” diyor ki tam olarak tanıyamadığı da bundan belli.
Hayır, hiç de öyle bir mahcubiyet duygusu filan hissetmezler.
Koca koca bakanlar filan kameraların karşısına geçip “O gazeteci değil ki terörist, terör örgütü suçundan hapiste” diyebilir mesela.
İktidar kodamanlarının karşısında ilikli ceketle esas duruşa geçen “meslektaşlarınız”, o 150 karakterlik yazıyla, dünyanın en ağır terör suçu işlediğinizi savunabilirler.
O 150 harflik “fikrin”, düğmesine nereden basıldığını, hangi lobinin ekmeğine yağ süreceğini öyle bir yazarlar ki siz bile kendinizi, “zamane Ulrike Meinhof’u” zannedersiniz.
Memleketimize şimdi hoş geldiniz!

Yazarın Tüm Yazıları