Sarayların üstünde bir saray şehri vardır

AŞKABAT’a gece saati indik, hayır inmedik, bir şehir dolusu beyaz sarayın orta yerine düştük.

Haberin Devamı

Sarayların üstünde bir saray şehri vardır

Az güneydoğusunda Afganistan olduğunu düşününce, buraya neden sefalet çölünde bir vaha dendiğini anlıyorsunuz.
Kaldığımız Oğuzkent Oteli’ne gelinceye kadar hilafsız, beyaz mermer taşından onlarca sarayın arasından geçtik.
Şehrin bulvarları, boydan boya süs havuzlarından orta refüjlerle bölünmüş.
Yer-gök mermer...
Sağlı sollu binalar, saray edasında diziliyor. Göze çarpan ne varsa silme ya saray ya saray yavrusu...

***

1996’da görmüştüm ilk. Kumarhaneciler kralı Ömer Lütfü Topal’ın gıpgıcır bir oteli vardı şehirde, Sovyetler’den kalma bir sirk ve bir de olimpik bir stat. Milli bayram günü, stadın görkemli bir törenle yapılacak açılışı için gelmiştik...
Türkmenistan bağımsız cumhuriyeti o zamanlar henüz 5 yaşında. Sapar Murat Türkmenbaşı’nın, küllerinden bir ulus yaratmaya giriştiği zamanlar. Stadı, bir milli gurur sembolü olarak görüyorlardı.
Başka da bir şeyi yoktu Aşkabat’ın.
Şehir denemezdi, kasaba ile köy arası bir yerleşim merkezi... Sokakları toz toprak, çer çöp içinde... Havasında, burnun direklerini sızlatan kesif bir tezek kokusu... Ve caddelerinde, ortalığı tozutan bizim Hacı Muratların akrabası Ladalar...

***

Arada defalarca gelip gittim, her seferinde biraz daha yenilenmişti. Bu son gelişimde değişimini tamamlamış. Eski halinden eser yok, bambaşka bir şehir çıkmış ortaya. Modern, Avrupai ve gösterişli...
Yollar ak pak, ara sokaklarına dek pırıl pırıl, bal dök yala... Çöp kokusunu bırakın, açık havada sigara içmek bile yasak. Nerede izmarit atmak, yanık kibrit çöpü dahi göremezsiniz yerlerde.
Türkmenbaşı’nın “Ak, Oğuz ve Müselman bir şehir” hülyasına layık olmak için abartılı derecede temiz...
Topal’ın el değiştiren yadigârı Akaltın Oteli, bir zamanlar Burcul Arap kadar havalıydı. Şimdi esamisi okunmuyor. Gölgede kalmamış, kaybolmuş şehrin siluetinden.
Saraylar şehri demek yanlış, silbaştan bir saray-şehir kurmuş buraya Türkmenler. Eski şehrin izlerini de silip süpürmüşler, bakiyesinden eser arasanız zar zor belki...
Hükümet binalarının en vasatı, ‘benim’ diyen saray parçasına nal toplatır. Otelleri, Dubai’nin yedi yıldızlılarıyla yarışır havada karada.

***

Göze batan tek kusur, binaların tepelerine ışıkla yazılan Türkmenbaşı vecizeleri. Estetize edilmişler, kaba ve sakil durmuyorlar ama yadırgıyor göz. Fazla şark işi, sonradan görme duygusu uyandırıyor.
Birinde “Türkmen’in Adi Aleme Doldi” yazıyor.
Mealen “Türkmen’in namı, dünyada aldı yürüdü” demek.
Adı ne kadar âleme doldu, tartışılır. Fakat Türkmenbaşı ile başlayıp selefi Berdimuhammedov’la devam eden güç, zenginlik ve ihtişam arayışı, en azından şehrin mimarisinde meyvesini vermişe benziyor.
Aşkabat, hayalden gerçeğe dönmüş bir çılgın proje...
Akla hemen Allah vergisi yeraltı mirası geliyor. Zenginliğin kaynağı, petrol ve doğalgaz rezervleri elbette.
Ancak bu sizi yanıltmasın. Bol keseden saçacak rakamlarda deli paradan söz etmiyoruz. Gani de olsa paralarının hesabını bilmek zorundalar.
Milli gelirden kişi başına düşen pay hâlâ 6 bin dolar düzeyinde. Nüfus, en kabadayı 6 milyon ve yüzölçümü Türkiye’nin yarısından biraz daha büyük. Gelirleri de, nüfusa oranla Türkiye’nin yarısından az fazlası ediyor.

***

Bizim Cumhurbaşkanlığı Sarayı’ndan yüzlerce var burada, ağzınız açık kalır bakarken... Sıradan mahalle apartmanları bile kendi çapında birer ak saray kompleksi...
Haksızlık etmeyelim, Türkiye de son 10-12 yılda ciddi yenilendi. Ama bakın biz daha neleri konuşuyoruz.


Yazarın Tüm Yazıları